YAĞLI BOYA RESİM: HASLET SOYÖZ
CENNETİN GEMİLERİ-GÜLCEMAL
Mavi Kurdeleli Gülcemal’in Gizemli Amerika Yolcuları
Geçenlerde yayımlanan bir yazımda, S/S Bakır ile Amerika’ya evlenmeye giden 243 Yunan kadın yer almıştı.(1) Bu yazıyı okuyan değerli bir dostum, Akşam gazetesinin 17 Nisan 1934 tarihli nüshasını bana gönderdi. Gazete yazısında, o zamanların ünlü gazetecisi, modern Evliya Çelebi’si Hikmet Feridun Es’in, Gülcemal gemisi süvarisi Süreyya Kaptan ile yaptığı bir röportaj bulunuyor.
Yaptığım kısa bir araştırmada gazete haberinde söz edilen Süreyya Kaptan’ın, 1915 mezunu A. Süreyya Aksu olduğunu tespit ettim.(2)
Gemiler aşığı Eser Tutel, bir kitabında Gülcemal’i öyle güzel anlatır ki, şimdi ona kulak verme zamanı: “Bakmayın genç kuşakların adını bile duymamış olmalarına… Deniz ticareti tarihimizde bir Gülcemal gemimiz vardır ki, Yavuz nasıl efsaneleşmiş bir savaş gemimiz ise, o da o kadar halka mal olmuş bir yolcu gemimizdir. Kaldı ki, ilk ve son gerçek transatlantiğimizdir! Bir ticaret gemisi olarak Amerika’ya ilk giden, New York limanının sayısız rıhtımlarından birine ilk palamar atan, işte bu Gülcemal olmuştur. Gemi aynı zamanda o yılların en hızlı yolcu gemilerinden biriydi. Saatteki hızı 16 knota yaklaşıyordu. Böylece Atlantik’i rekor sayılabilecek bir sürede, 6 gün 21 saatten pek az fazla bir zamanda aşabiliyordu. Öyle ki, Atlantik’i en kısa sürede kat eden transatlantiklere verilen ‘Mavi Kurdele’ ödülünü kazanmayı başarmıştı. Geminin o zaman adı Germanic’di. 1874’te İngiltere’de inşa edilen 5071 grostonluk gemi, White Star denizcilik kumpanyası tarafından İngiltere ile Birleşik Amerika arası sefere kondu. Osmanlı Seyr-i Sefain idaresi 1910 yılında 35 yaşındaki bu gemiyi 25,110 altın liraya satın aldı.1937’de seferden alınan gemi, 1950 yılında İtalya’ya hurdaya götürüldü” (3)
Gazetedeki röportajda Süreyya Kaptan, gemisi Gülcemal’i şöyle anlatıyor: “Gülcemal idarenin en eski vapurudur. Aynı zamanda en uzun olan vapurudur. Boyu 138 m, 226 yataklıdır, 325 kişiliktir. En eski vapur olmakla beraber, Gülcemal fevkalade sağlamdır. Eski yapıdır. Bol malzeme ile inşa edilmiştir. Şimdi bu kadar bol malzeme ile inşaat yapmıyorlar.”
Şimdi diyeceksiniz ki, Yunan kadınlarla Gülcemal’in ne ilgisi var? Sabırsızlanmayım, şimdi konuya giriyorum. Hikmet Feridun Es, Gülcemal’in süvarisi Süreyya Kaptan ile yaptığı görüşmeye giriş olarak şunları söylüyor: “Bir Gülcemal gemimiz var ki, yedisinden yetmişine kadar hepimiz, ismini işitmiş, kendisini görmüş, belki de içine binmişsinizdir. Fakat Gülcemal’in bilmediğiniz ne hususiyetleri varmış. Gülcemal’in süvarisi bir Süreyya Kaptan vardır ki, çok eski bir deniz kurdudur. İsmi Karadeniz’den Akdeniz’in en son limanlarına kadar meşhurdur. Süreyya Kaptan bize Gülcemal’i gezdirirken bunları düşünüyordum. Hem geziyoruz, hem konuşuyoruz.”
“Kaptan Bey yirmi seneden beri deniz üzerindesiniz. Kim bilir ne maceralar geçirmişsinizdir. Birkaçını dinlemek isterdik.”
“Tabii, Gülcemal ile Amerika’ya gidiyorduk. Gemiye yüze yakın genç kız binmişti. Hoş aralarında yaşlılar da vardı ya. Hepsi Ermeni. Birçokları da çok güzeldi. Gülcemal hani operetlerde, operet filmlerinde olan “Genç kızlar gemisi” halinde ilerliyor. Bir şey dikkatime çarptı. Genç kızların her biri her gün güvertede koyunlarından birer fotoğraf çıkarıyorlar, uzun uzun bakıyorlardı. Kimi memnun gülümsüyor, kimi gözlerini süzüyordu. Hatta içlerinde bir köşeye çekilip gizlice fotoğraflarını öpenler bile vardı. Kızların bu hali garibime gitti. Uzun yolculuğun verdiği ahbaplıkla öğrendim ve meraktan kurtuldum. Meğer genç kızların hepsi nişanlıymış. Nişanlıları Amerikalıymış. Ne erkekler, ne kızlar birbirlerini henüz görmemişler. Amerika’ya para kazanmak için giden Ermeni delikanlıları buraya fotoğraf göndermişler, buradan da fotoğraf isteyerek birbirlerini görmeden nişanlanmışlar. Şimdi kızlar Amerika’daki nişanlılarını bulmaya gidiyorlarmış. Çoğunun saadetleri, sevinçleri gözlerinden akıyordu. Piyano çalıyorlar, gramofon çalıyorlar, dans ediyorlar, sevinçten uçuyorlardı. Bilhassa fotoğraflarını koyunlarından çıkararak uzun uzun can ve gönülden bakıyorlardı. Hele içlerinden dört kızın sevincine diyecek yoktu.
Bana her gün soruyorlar: “Aman Kaptan Bey, New York’a ne günü varıyoruz? Ve ben bu sabırsız genç kızlara Yeni Dünya’ya varacağımız günü söylüyordum. New York’a bir gün kala gemideki sabırsızlık son haddini buldu. Nihayet New York’a geldik. Vapur limana girer girmez Ermeni gençleri Gülcemal’e hücum etti, hepsi içeri girdi. Onların da ellerinde birer ikişer, hatta beşer fotoğraf. Bir fotoğraflara bir de genç kızların yüzlerine bakıyorlar ve kendi kendilerine : “Bu benim…O senin!..diye nişanlıları tespite uğraşıyorlar. Arada kargaşalık. Birbirlerini beğenenlerin sarmaş dolaş olması. Fotoğraflarında beğenip te, kendisini görünce beğenmeyenlerin surat asmaları…
Fakat delikanlıların bir kısmı ortadan kayboldu. Meğer bunlar nişanlılarını çirkin bulmuşlar. Hele o dört hevesli kızın dördü de beğenilmemiş. Beğenilmeyen zavallılar gene Gülcemal’le gözyaşları içinde geri, İstanbul’a döndüler. O dört kız dönüşte yarı yola kadar ağladılar. Ondan sonra yüzleri güldü. Zannederim dördü de dönüşte tanıştıkları yolcularla nişanlandılar.”(4)
Gemiler, yolcular, deniz ve böyle sıcak insan hikâyeleri gönüllerimizi fethediyor. Öyleyse araştırmaya, okumaya, yazmaya devam….
Uluç Hanhan
(2) https://www.itudefamed.org.tr/index.php/dernegimiz/mezunlarimiz.html
(3)İstanbul’un Unutulmayan gemileri, Eser Tutel, Kitabevi,2005, İstanbul
(4)Akşam gazetesi, 17 Nisan 1934