Deniz Kartalı

BEN JAPONYA’DA BATAN ERTUĞRUL FIRKATEYNİ… BENİ UNUTMAYIN

Sultan Abdülmecid’in saltanat yılları,
1854’te sipariş verildim.
1855’te kızağa konuldum.
1863’te denize indirildim.
İstanbul’un sularına doğduğumda tahtta Sultan Abdülaziz vardı.
Hep bunlar İstanbul Tersane-i Amire’de gerçekleşti.
1864’te makine ve kazan donatımı için Londra’ya gittim, orada bir yıl kaldım.
1865’te Portsmouth’dan doğduğum denizlere doğru yola çıktım. Yanımda Kosova ve Hüdavendigar da vardı.
Eve dönerken Cherbourg, Toulon ve bazı İspanyol limanlarına uğradık.
İstanbul’a varınca Osmanlı Donanması’na katıldım, Girit isyanını bastırmak için Girit harekâtına katıldım, bir süre Dolmabahçe Sarayı önünde demirli kaldıktan sonra beni Haliç’e kapadılar.

BEN JAPONYA’DA BATAN ERTUĞRUL FIRKATEYNİ… BENİ UNUTMAYIN
Uluç Hanhan - Köstenada( uluchanhan@gmail.com )
5.426 views
16 Eylül 2021 - 0:36

 

Sınıfım uskurlu fırkateyn;

Deplasmanım 2344 ton,

Boyum 76 metre,

Enim 15 metre,

Derinliğim 7,6 metre,

Çektiğim su 7 metre,

Teknem ahşap,

Buharlı makinemin bir şaftı var,

Ana makinem, 600 beygir, adi kondansörlü, ufki çift silindirli,

İki kazanım var,

Süratim 10 mil/saat,

Kömür kapasitem 350 ton,

Aydınlatmam elektrikle,

1864’te silahlarım; 30 adet 60 libre ve 10 adet 30 libre,

1876’ta; 1 adet 203 mm Armstrong arkadan doldurmalı top ilave edildi.

30 Mayıs 1876’da; yani Abdülaziz tahttan indirildiğinde, 30’u zırhlı ve 76’sı ahşap toplam 106 gemiydik.

1876’da Sultan Abdülhamid tahtta geçti, o yıllarda Haliç’i boyladım.

1878’de Japon okul gemisi Seiki İstanbul’a geldi ve on iki gün kaldı,

Padişah Abdülhamid gemi komutanına ve üç subayına nişan verdi.

Japonya adını hayatımda ilk kez duydum.

1881’de Japon imparatorluk hanedanından Prens Kato Hito İstanbul’a geldi,

Padişaha karşılıklı ilişkilerin kurulmasını teklif ettiler,

Padişah buna memnun oldu, sonunda büyük güçleri dengeleyecekti.

Sultan Abdülhamid

Yıllar Haliç’te ardı ardına geçti

1885’te Tersane-i Amire’de yeniden donatıldım.

1887’de Japon İmparatoru Meiji’nin yeğeni Prens Komatsu İstanbul’u ziyaret etti,

Sultan Abdülhamid’e  “Büyük Krizantem Nişanı” verildi,

Bu nişana karşılık Osmanlı Devleti’nin de İmparatora bir nişan vereceği Japonya’ya bildirildi.

Bu ziyaretten bir yıl sonra, 1888’te envanterim;

8 adet 150 mm arkadan doldurmalı Krupp top,

5 adet 150 mm arkadan doldurmalı Armstrong top,

4 adet 60 mm Krupp top, 2 adet 24,5 mm Nordenfelt top ve 1 torpido tüpü 455mm (WhiteHead torpido kovanı ve 2 torpido),

100 Martin ve 100 Winchester tüfeği, 40 tabancaydı.

1888’te okul gemisi oldum, bir onarım geçirdim, fakat makine, kazanım ve kazan altıma isabet eden kısımlara dokunmadılar.

Mayıs 1889 Haliç’teyim, ne bacam tütüyor, ne de yelkenlerim prova ediliyor;

Direkler de kendi halinde, gıcırdayıp duruyor,

Karinelerimiz midye tuttu, çürüdü. Kazanlar bir bir patladı, söküldü,

Uzun müddet yağmur ve su altında kalan gemilerin ahşap top kızakları mantar haline geldi,

Ahşap kısımlarımız adeta süngere döndü,

Torna çark unutuldu, gemi nöbetçi subayları gemiyi temizlemeye asker bulamıyor,

Bazen müthiş bir ses duyar, loçamızı oraya çeviririz, Haliç’te benim gibi bağlı gemilerden biri denize kaynamış,

Ne gam? O zaman batan geminin personeli çabucak diğer gemilere dağıtılırdı.

O günkü devirde makbul olan: atalet, sükûnet ve sadakatti.

Öldükten sonra kulağıma geldi; 1897 Osmanlı-Yunan savaşında bu donanmanın durumu içler acısıymış…

Kasımpaşa’daki Bahriye Nezareti’nin karşısındaki kahvehaneler Bahriye subayları ile dolu,

Emekli olanlar da bu kahvehanelere gelmeye devam ediyor,

Kahvehaneler basık tavanlı, sinek yuvası, kimisi küçük ahşap yapılar,

En ünlüsü Tokatlı’nın kahvehanesi.

Bugün maaş zamanı, personelimin yarısı güvertemde maaşını alırken, diğer yarısı kahvehanelerde pinekliyor, zaten hepsi güverteme doluşsa, sapsız balta gibi Haliç’in sularını boylarım,

Devlet yine borç ödüyor, maaşlar da hurdaya çıkarılan gemi enkazlarından.

Haliçte 70 gemiyiz, Bahriye mevcudu 7 bin deniz subayı ve üç yüzün üstünde amiral,

Amirallerin çoğu Abdülhamid paşası,

Elli yaşında teğmenler, üsteğmenler kol geziyor.

Tokatlı’nın kahvehanesinde bir savaş gemisinin Japonya’ya gideceği konuşuluyor,

Lakırdılarda benden birkaç yaş küçük Asar-ı Tevfik’in adı geçti,

Birkaç gün sonra da benden söz ettiler,

Derken bu yolculuk için tek aday olduğum konuşulmaya başlandı,

Sonunda piyango bana çıktı. Ben kocamış bir gemiyim, her yerim ayrı ağrıyor, çok ama çok şaşırdım,

O gün çok ağladım, gözyaşlarım loçadan Haliç’in sularına karıştı.

Dönemin Japon İmparatoru Meiji

Seferim Hindistan, Çin ve Japonya tarafları,

Yolculuğun amacı, Japon İmparatoru Meiji’nin yeğeni Prens Komatsu’nun1887 yılında İstanbul’a yaptığı ziyarete karşılık vermek,

Ben padişahımızın hediyelerini götüreceğim, o sene Mekteb-i Bahriye’den mezun olan bir grup efendi de personelime katılacak.

Haliç’ten Marmara’ya dahi seyre çıkamazken, nasıl olacak da o uzak diyarlara gideceğim?

Bu nasıl bir ikilem? Gel de çık işin içinden…

Sadrazam Kıbrıslı Kamil Paşa, 14 Şubat 1889’da Bahriye Nezareti’ne Japonya’ya hangi talim gemisinin gidebileceğini sordu,

On bir gün sonra, Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa yanıt verdi: Ertuğrul Fırkateyni bu sefere çıkar.

Aman Allahım! Bu duyduğum da nedir? Beni bu halimle dünyanın bir ucuna nasıl gönderirler? Yıllardır bizleri Haliç sularında yatırmadılar mı?

Aslında Bozcaadalının elinde daha genç gemiler olmasına rağmen, Padişahın Ertuğrul tutkusundan beni seçtiğini düşünüyorum,

Belki makine ve yelkenle seyretmem bunda etkili olmuştur, bilemem.

Yazışmalar hızlandı. Yıldız’dan gelen 1 Nisan 1889 tarihli yazıda kafile başkanının seçilmesi Nezarete emredildi.

Nezaret 6 Nisan 1889’da Komutanın Miralay Osman Bey olması, sefer ve personel ailelerinin masrafı olarak 12.000 kuruş, 20 kişiden oluşan bando takımı, sefer hakkında komutana verilecek talimat için izin istedi.

Osman Bey’in babası Basra Bahriye Komutanı Liva Amiral (Tümamiral) Ahmet Rami Paşa’ydı.

11 Nisan 1889’da Yıldız’dan gelen yazıda, Nezaretin istekleri uygun bulunarak, onarım ve bakımımın yapılmış olmasının gerekli ve kaçınılmaz olduğu, makine ve öbür aygıtların da bakımlarının yapılıp noksanların olup olmadığı, istimbot vb. araçlarımın tam olup olmadığı soruldu.

Ayrıca ne gibi şeylere gerek olduğunun bir teknik heyet tarafından her köşemin incelenerek, sonucun üst makamlara arz ve beyan kılınması emredildi.

Bu resmi yazışmalar, Japonya seferi, Haliç’te tutsak kalmış arkadaşlarımın subay salonlarında ve kahvehanelerde baş konu olmuştu, subaylar gece gündüz bu konuyu tartışıyordu,

Tayfunlarla dolu Japon denizlerinde, benim bir Karamürsel kayığı gibi kalacağım, beni oraya göndermenin bir cinnet ve intihar olduğu söyleniyordu.

Ama Bozcaadalı kararını vermişti.

Günler geçti, bir ara Japonya’ya gönderilmemden vazgeçilmiş gibiydi, sevincimi tahmin edin artık!

Hakkımda Bozcaadalı’nın hazırlattığı raporlar olumluydu, ama bana sorarsanız bu raporlar fenni değil siyasiydi.

Dalkavuklar yine kazanmıştı

Bugünlerde, 1855 yılında Osmanlı Bahriyesi’ne katılan İngiliz Makine Subayı Çarkçıbaşı Albay Harty Bey bir rapor hazırladı. Kendisi 1867 yılında Yunan Arkadi vapurunu zapt eden İzzettin gemisinin Başçarkçısıydı,

Harty Bey, onarım için birkaç kez havuza girip çıkan, eski kazanımın hiçbir zaman değiştirilmemiş olduğunu belirtti. Kazanın altına rastlayan ahşap kaplamalar gözden geçirilmemişti. Nihayetinde benim bu sefere uygun olmadığımı yazdı,

Bozcaadalı kararından dönmedi,

kendine göre mızıkçılık yapan Harty Bey’i İdare-i Mahsusa’nın adalara işleyen bir vapuruna tayin etti.

Bu tayinin üzerini kapamak için, o hatta çalışan gemilerin yeni tip makinelerini Harty Bey’in kullanacağını ve Ertuğrul’da ecnebi bir personel bulundurulmayacağını yazdı.

Bozcaadalı becerikliydi, her şeye bir kılıf buluyordu, hatta damadı Albay Osman’ı da bana komutan olarak atayarak, benim güya güvenli bir gemi olduğumu Yıldız’a ispat etmek derdindeydi,

Aslında komutanlık görevi önce Albay Osman Bey’in ağabeyi Mehmet Raşit Bey’e teklif edilmişti. Ancak Mehmet Raşit Bey halimi bildiğinden bu görevi kabul etmemişti. Kabak damat Osman Bey’in başına patladı.

Ancak nasıl olduysa Harty Bey’in raporu, bir yolla Yıldız’a ulaştı. Benim uzak bir sefere elverişli olmadığım hakkındaki şüpheler Yıldız’ı da rahatsız etti,

Bir kez daha bu durumla ilgili Nezarete yazı yazıldı ve yolda kalan bir geminin ayıp ve çirkin olacağı bildirildi,

Nezaret ise 8 Temmuz’da her şeyin uygun olduğunu iddia etti. Bu raporlara göre, ben Japon ve Hint denizlerine gidebilecek kadar güçlü, sağlam ve teknik donanımlıydım.

Yalanın kuyruklusu!

Bozcaadalının fendi, Yıldız’ın vehmini yenmişti.

Bu yazı üzerine ertesi gün, noksanlar varsa tamamlanarak seferim hakkında irade çıktı;

Tüm personele ikişer tane fes, ikişer takım kışlık, dörder takım yazlık elbise ve üçer çift ayakkabı verilmesi irade olundu ama bunların ancak bir bölümü satın alınabildi,

Feslerin kalıplanabilmesi için top ambarlarında mangal kömürü ile çalışan bir Kalıphane yaptırıldı; bana da bir fes ustası tayin edildi,

Fırınım genişletildi,

En kuytu köşelerime ağıl yaptırıldı ve aralıklarla küçük ve büyük baş hayvan alınarak buralarda beslendi. Kesim için Kasımpaşa’daki kesimhaneden bir usta tayin edildi.

Komutan Osman Bey yüz, Süvari Ali ve Çarkçıbaşı İbrahim Bey ellişer, öteki subaylar on beş, askerler de beş altın harçlık aldılar,

Personelin parayı daha iyi değerlendirmesi için Kapalıçarşı’daki çamaşır dikenlerle temasa geçildi. Bu şekilde tasarruf edilen paralar ile yabancı denizcilere verilecek hediyeler alındı: sedef kakmalı nalınlar, kehribar ağızlıklar, yasemin çubuklar, kenarı yazılı Bursa havluları, işlemeli çerçeveler, Feshane kumaşları, fildişi eşyalar, Amasra’nın şimşir süs eşyaları, gümüş kupalar, süslü bakır taşlar, boncuklar, mercan gerdanlıklar, sırma işlemeli terlikler…

Japonya’ya kadar maaş, tahsisat, kömür ve su parası ile birlikte masraf olarak harcanmak üzere hesaplanan 25 bin altın lira muhafızlarla bana gönderildi.

Komutan talimatı 11 maddeden oluşuyordu, burada personelin seyir esnasında yapacakları görevler ve uğranılacak limanlar vardı. Bunlar; Marmaris, Port Said, Süveyş, Cidde veya Kamaran, Aden, Bombay, Kolombo, Gale, Trinkomali, Madras, Pondişeri, icabında Kalküta, Akyab, Penan, Malakka, Singapur, Saygon, Hong Kong, Svatov, Amoy, Şangay, Nagazaki ve Yokohama’ydı.

Bazılarına uğranmadı.

Olan ve bitenden Yıldız’ın kafası karışmıştı, Padişah personelimi görmek istedi,

23 Haziran’da Padişah, Cuma selamlığında Komutan Osman Bey’i ve personelimi gördü, tören sonunda Bahriye Bakanı Bozcaadalı Osman Bey’e, Padişah’ın memnun kaldığını ve selamlarını gönderdiğini bildirdi.

14 Temmuz 1889 Pazar günü 607 kişi ile Japonya için İstanbul’dan ayrıldım. Gidip de gelmemek, gelip de görmemek vardı.

Ben Kasımpaşa Divanhane önünde demirliydim. Öğle üzeri hareket ettim. Bütün askerler güvertemdeydi, mızıkalar “Ey Gaziler”i çalıyordu. Yelkenlerim açılmamış, sitimle seyrediyordum. Alay sancakları ile bir gelin gibi donanmıştım. Sarayburnu’ndan kıvrıldık, halk köprüye, deniz kenarlarına toplanmıştı, sesler bağrışmalar Sultanselim’den bile işitiliyordu:

 

Besmeleyle Ertuğrul’um demir aldı

Hep ahali sahillerde bakakaldı

Çoluğun çocuğun feryadı arşa vardı

Hak selamet versin şanlı Ertuğrul

 

Üç direkli firkateyndir gemimiz

Kimimiz bekârız, evlidir kimimiz

Gayret edin çocuklar Caponyadır yolunuz

Hak selamet versin şanlı Ertuğrul’a

Ayrılış sırasında armalarımın, alay sancaklarıyla donanması, askerin serenlere, küpeşteye, çarmıklara çimariva etmesi, bando-mızıkanın askeri marşlar çalması, yolculuğa korkusuz bir şevk veriyordu. Bu tören, seyredenleri derin bir heyecan ve teessürle duygulandırıyordu. Veda sevgili kardeşler, veda…Allah sizi korusun!..

Heyhat!..

Ben doğduğum sulara veda ederken, tüm personelim eşlerine, çocuklarına, sevdiklerine el sallıyor, tekrar kavuşmak için dualar ediyordu.

Görevimiz çok önemliydi, Osmanlı’yı uzak şarkta temsil edecek, uğrayacağımız limanlarda Müslüman ahali ile buluşacak, Osmanlı Devleti ile Japon İmparatorluğu arasında dostluk bağı kuracak, Japon İmparatoru Meiji’ye Padişahımızın gönderdiği nişan ve hediyeleri sunacaktık.

 Bahriye Binbaşı Tekirdağlı Ali Fehmi Bey

Kafile başkanı Bahriye Miralayı Osman Bey, Süvarim Bahriye Binbaşı Tekirdağlı Ali Fehmi Bey, Süvari muavini Bahriye Binbaşı Tekirdağlı Cemil Bey’di,

Süvarim Ali Fehmi Bey Yarbaylığa atandı, resim yapmayı, harita çizmeyi, hat sanatını Şehzade Abdülmecit Efendi’nin hocalığına seçilecek kadar ilerletmiş, İngiltere’de öğrenim görmüş ve çok iyi İngilizce bilen bir subaydı. Bu tayin duyulunca arkadaşları “bu görevi kabul etme” dediklerinde; “Ben bu devletin askeriyim, ekmeğini yedim. Nereye git derlerse giderim” diye onları cevapladı.

Süvari muavini Cemil Bey de yarbaylığa atandı.

Marmara’da seyirdeyim, sancak vardiyamda süvarim, iskele vardiyamda süvari muavinim var,

İmam Hafız Ali Efendi her yerde ve her halde firkateyn mürettebatının dinin gereğini getirmesi için çalışıyor,

Fotoğrafçı Haydar Efendi’nin görevi güneşin doğuşundan başlayıp, batışına kadar sürüyor,

Gemi doktoru Albay Hüsnü Bey, hasta ve yaralıları tedavi ediyor,

Eczacı Sol Kolağası Yasef Efendi, ilaçları yaparken, havanını takırdatıyor,

Şair Ali Ruhi Bey de tayfalarım arasında,

Vardiya dışında satranç, dama, domino oynanırdı,

Rüzgâr kesildiğinde inanışa göre yedi tane köse ismi sayılır veya direk dibi kaşınırdı,

Perşembe geceleri de baş mangada kemençeyle Karadeniz havaları çalınır, horon oynanır, eğlenilirdi.

Marmara’daki seyrimi tamamladım, Gelibolu önlerine vardığım zaman, personelim tören yerlerini aldı, top atışı ile Rumeli’ye geçen ilk Türk komutanı olan Süleyman Paşa selamlandı, ruhu şad edildi.

Çanakkale Boğazı’ndan çıktıktan sonra hemen hemen tümüyle Osmanlı egemenliğinde olan Adalar Denizi’nden geçerek Port Said rotasında yol aldım.

İstanbul-Port Said arasındaki 800 mili on günde kat ettim.

26 Temmuz 1889 Cuma günü, saat 10.30’da kanala girdim.

27 Temmuz’da Süveyş Kanalı’nda seyrederken bir kum bankına oturdum.

28 Temmuz’da banktan kurtuldum ama aynı gün akşam 18.30’da ikinci kaza başıma geldi. Kılavuz kaptan nezaretinde sahile bağlanmakta iken rüzgâr ve akıntı nedeniyle aykırıladım, kıçım sahile vurdu, dümen ve bodoslamam kırılarak kayboldu,

Ertesi gün dalgıçlar bu iki parçayı kanalın dibinde buldu.

Seferin başındaki bu iki kaza moralimi bozdu, Allah beterlerinden korusun!

Kaza haberleri 30 Temmuz’da İstanbul’a ulaştı, Nezaret karıştı, seferimin iptal edileceği ve Osman Bey ve heyetin yabancı bayraklı bir vapurla gönderilmesi konuşulmaya başlandı.

Kasımpaşa kahvehaneleri yine şenlenmişti, ahaliye yeni konu çıktı,

Bozcaadalı tutuştu

Ancak Albay Osman Bey, tamiratın birkaç günde bitirileceğini rapor edince, Nezaret tekrar fikrini değiştirdi.

Süveyş’teki havuz doluydu, o sıcaklarda bir ay sıra bekledim,

Nihayet 30 Ağustos’ta havuza girdim.

Ancak işler umduğum gibi gitmedi, tamirat 21 Eylül 1889’da bitti ve 23 Eylül’de Cidde’ye hareket ettim.

Ver elini Bahriahmer yani Kızıldeniz. Oraya Şap Denizi de derler.

O zaman Bahriahmer’in doğu sahilleri Osmanlı topraklarıydı. Bahriye Bakanlığı’nın emrinde olmak üzere Cidde ve Kamaran’da birer askeri liman, Konfide’de bir üs ve Hudeyde’de de bir komodorluk mevcuttu. Sekiz ahşap ganbotla bir yat Kızıldeniz filosunu oluşturuyordu.

Sonradan duydum ki, 1911-1912 Osmanlı-İtalyan savaşında bu gemileri birkaç günde kaybetmişiz.

Köpekbalıkları, aşırı sıcak hava, denizin son derece tuzlu olması derken 7 Ekim’de Aden’e vardım. O yıllarda İngilizlerin egemen olduğu bu limanda 4 gün kalarak, gerekli ikmalleri yaptım ve 11 Ekim’de Hint Okyanusu’na açıldım.

Mevsimlik rüzgârlardan faydalanarak, 20 Ekim 1889’da Bombay’a vardım. Müslüman ziyaretçiler adeta beni istila etti. Günde 20 bin kişi geldi. 27 Ekim’de bu limandan ayrılarak Kolombo’ya pruvamı çevirdim.

Lakadiv Adaları hizasına kadar normal süren seyir, 1 Kasım 1889’da birdenbire ortaya çıkan kaza ile kesildi. Baş tarafımdan su almaya başladım. Neyse ki personelim tam zamanında olaya müdahale etti ve suyu kestiler. Böylece yarım yamalak seyre döndüm.

10 Kasım’da Serendip (Seylan) Adası’nın Kolombo limanına vardım ve buradan 13 Kasım’da hareket ettim. 28 Kasım’da Singapur’a vardım.

Uğradığımız limanlarda herkes bizi çok güzel karşıladı, Müslümanların halifesinin gemisi onları ziyaret ediyordu, binlerce Müslüman gezmedik yerimi bırakmadı.

Nezaret 19 Kasım’da, Yıldız’a takdim ettiği tezkerede, bu mevsimde kuzey rüzgârlarının artacağı ve seyrimin çok zor olacağını belirterek, Osman Bey’in yanına alacağı birkaç zabit ile hızlı bir vapurla, nişan ve hediyelerin Japonya’ya götürülmesini teklif etti. Bu teklif Saray tarafından ret edildi.

Bozcaadalı yine zor durumdaydı, çetrefilli bir işe girişmişti. Bu sefer Sadrazam’dan fikir aldı, planını yaptı.

21 Kasım’da Bahriye Şürası Yıldız’a sunduğu tezkerede; gemide bulunan 100 saatlik kömür ile Singapur’dan Hong Kong’a gitmenin mümkün olmadığı, Avrupalılara ait gemilerin kömür stoklarının daha fazla olduğu ve armalarının gayet ufak olduğu için bu havalarda seyir yapabildikleri, bu mevsimde bu seyrin uygun olmadığını ve bununla beraber Osman Paşa’nın hızlı bir vapurla Japonya gitmesi, benim ise Java gibi Müslümanların yaşadığı yerlere uğramamın uygun olacağı belirtildi. Ancak bu yazıya yanıt gelmedi.

28 Kasım 1889’da Miralay Osman Bey, Tuğamiral rütbesine yükseltildi.

5 Aralık 1889’da “Times” gazetesi, benim arızalandığımı yazdı, Nezaret bunun asılsız olduğunu Hariciye’ye açıkladı.

Singapur Free Press ve Colombo Seyron Observer gazeteleri de asılsız haberler yaptı,

Tuğamiral Osman Bey, Free Press’i tekzip etti ve diğer gazete için Singapur Valisi’ne protesto gönderdi.

30 Aralık 1889’da Tuğamiral Osman Bey’e gelen mesajda, Japonya seyrine çıkmam emredildi.

Ancak bunun için havaların düzelmesi beklenmeliydi,

Dört aydan fazla Singapur’da demirde kaldım.

Demirde günler zor geçti, nihayet 22 Mart 1890’da Singapur’dan vira demir ile kalktım.

Aksi rüzgârlar nedeniyle kömürüm yetmeyince 29 Mart’ta Saygon’a uğradım, oradan da kömür ikmalim yapıldı. 3 Nisan’da Saygon’dan ayrıldım, ancak hava muhalefeti nedeniyle tekrar Saygon’a döndüm ve 20 Nisan’a kadar bu limanda bekledim.

26 Nisan’da Hong Kong’a vardım. Buradan da kömür alındı. 5 Mayıs’ta buradan ayrılarak, pruvama Nagazaki’yi aldım.

Hava yine kötüydü, kömürüm bitmek üzereydi, o yüzden Foçu’da 18 Mayıs’a kadar bekledim.

22 Mayıs’ta Nagazaki’ye vardım, Kobe’ye uğradım ve nihayet 7 Haziran 1890’da Yokohama’ya vardım.

13 Haziran 1890’da Tuğamiral Osman Bey, İmparator Meiji’nin huzuruna çıkarak, padişahın mektubu, nişan ve hediyelerini takdim etti. Bu görüşme esnasında herhangi bir mukavele akdedilmedi.

Yolculuk sona ermişti, ama bir de bana sorun, 6 ay olarak planlanan, ancak yaklaşık 11 ay süren seferin sonunda, çok ama çok yoruldum.

27 yaşında bir gemiyim, neredeyse 12 yılımı Haliç’in sularında, şamandıralara bağlı, atıl olarak geçirdim, bu sefere de çok kısa bir sürede, palas pandıras çıkardılar.

Amiral Osman Bey ben daha Singapur’da iken, Nezarete dönüş yolculuğu için bir yazı gönderdi. Burada dönüş seferinde güney rüzgârları ile karşılaşmaktan başka, Ekim’e kadar sürecek tayfun mevsimi olduğunu, o yüzden bu zaman zarfında bazı Japon limanlarını ve Çin’in Şangay limanını ziyaret etmelerinin uygun olacağını bildirdi. Nezaret bu yazıyı, 11Haziran’da Yıldız’a arz etti.

14 Haziran’da Padişah iradesi çıktı. Özetle Ekim ayına kadar Uzakdoğu sularında bekledikten sonra, uygun rüzgârlardan yararlanarak ve bu surette kömürden tasarruf edilerek bir an önce İstanbul’a dönmem isteniyor ve dönüş masrafı için 5.000 lira gönderileceği ve bundan başka bir para gönderilmeyeceği belirtiliyordu,

Anlaşılan hazine yine tamtakırdı.

Personelimden 35 kişi koleraya yakalandı, maalesef 11 aslanımı kaybettim. Beni de Nagaura’da karantinaya aldılar.

Nihayet 14 Eylül’de yola çıkmam kararlaştırıldı. Japonlar yaklaşan tayfun nedeniyle hareketin ertelenmesini tavsiye ettiler. Ancak Tuğamiral Osman Bey bu tavsiyeyi dinlemedi, dinleyemedi…

Japon kıyılarında, İstanbul yolunda karşıma ölümcül bir tayfun çıktı. Kudurmuş Pasifik kurban istiyordu. Denizleri kabarttı, önüne kattı. Rüzgârın bu kadar korkunç estiğini bilmezdim. Beni tokatlaya tokatlaya mahvetti. Rüzgârın ıslıkları kulakları sağır ediyordu. Göz gözü görmez olmuştu, adeta önümde bir set vardı. Denizler durmadan, bıkmadan yaşlı gövdeme çullandı. Leventlerim, aslanlarım denize, rüzgâra, tayfuna karşı koymaya çalışıyordu. Ama nafile, hepsi bir yerlere dağıldı. Belkemiğim, belkemiğim tam orta yerinden çatırdadı. Direklerim birer birer devrildi. Aslanlarım onların altında kaldı. Kazanlarım patladı, makinem dağıldı, yuttu beni deniz… Gömüldüm karanlık sulara… Velhasıl, bir portakal sandığı gibi kayaların üzerinde kalakaldım…

Ölmeden önce, kazayı atlatan bazı aslanlarımın son bir gayretle kayaların üzerine çıktığını gördüm. Hava çok soğuktu, soğuk sudan çok etkilendiler, her taraf yaralı, bereli, kırık ve çıkıklara sahip askerlerle doldu. Ortalık savaş alanı gibiydi. 16 Eylül 1890 tarihinde, Wakayama ili, Oşima adası kayalıklarına çarparak parçalandım. Bu büyük acının ardında, büyük yanlış kararlar vardı. O zaman bunların üstünü örtmeye çalıştılar ama tarih affetmez, ben işte bu yanlışlıkların kurbanı oldum.

Kaza haberi İstanbul’a gelince basına karşı hemen tedbir konuldu.

Batışımın halka nasıl açıklanacağı düşünüldü.

Sonunda 24 Eylül 1890’da 34. Sayılı, iki sayfalık Ceride-i Bahriye’de, benim her gittiğim yerde Müslümanlar tarafından coşkuyla karşılandığım, hatta Japonya sularına kadar şanlı Osmanlı Sancağını dalgalandırdığım ve devamlı olarak övüldüğüm yazıldı.

Geçirdiğim kaza hakkında biraz bilgi verildikten sonra, benim mükemmel halde İstanbul’dan ayrıldığım, Süveyş’teki tamirimin tam yapıldığı, kaza nedeninin doğal bir facia imiş gibi göstermeye itina edildi.

Nitekim burada herkes sorumluluktan kurtulmaya çalışıyordu. Ayrıca benim böyle bir görevi gerçekleştirmekten uzak olduğumu yazan yabancı gazetelerin devletin sınırları içine girmesi yasaklandı.

Faciadan kurtulan 69 denizcim İmparator Meiji tarafından iki savaş gemisi: Hiei ve Kongo ile İstanbul’a gönderildi.

Oşima Adası köylülerinin gayreti ile toplanabilen 260 şehidimin bedenleri bugün anıtın bulunduğu tepeye askeri törenle gömüldü.

Şehitlerim defnedilirken, Japon köylüler de kendi inançlarına göre dua ettiler. İşte o fedakâr, asil Japon köylüleri yeni doğan çocuklarına Ayşe, Fatma, Ali, Mustafa, Kemal isimlerini koydular.

Ben şimdi orada, hem tepede ebedi uykusuna yatan, hem de denizin engin kucağında kaybolan şehitlerim ile ebedi uykumdayım.

Onlar beni, ben onları bırakmıyorum.

Japonya’ya geldiğinizde beni ve Kuşimoto Türk Müzesi’ni ziyaret ediniz.

Japon sularından geçen Türk bayraklı gemilerin saygı düdüklerini duymak isterim.

Şehitlerim için bir Fatiha isterim.

Vatandan bu kadar uzakta, ülkemi, halkımı ve denizcileri temsil ediyorum.

Beni ve şehitlerimi unutmayınız, gelecek kuşaklara hikâyemizi anlatınız.

Gelecek kuşaklar sorgulasınlar, araştırsınlar, dosdoğru, gerçekçi olsunlar.

Makamlara, mevkilere hakları ile gelsinler, ilimden fenden ayrılmasınlar.

Yeri gelince, sultana, nazıra, paşaya, zabıtaya, amire sadece gerçeği ve yalnızca gerçeği söylesinler, yazsınlar ve bunun gerçekleşmesi için inatçı olsunlar.

Zamanında bu yapılsaydı, belki şimdi ben Kasımpaşa’da bir müze gemi olacaktım.

Hepinizle öz vatanımda kucaklaşacak, sizi geçmişe götürecek, o günleri unutmamanızı haykıracaktım.

Kader bu, olmadı.

Biz şimdi dost Japon halkının yanında, Hilal ile Güneş’in birleştiği yerdeyiz.

İki ülke arasında bizimle başlayan ilişkiler, sonsuzluğa ulaşsın.

Hoşça kalın, beni unutmayın!

Ben; Ertuğrul  Fırkateyni!

 

Uluç HANHAN – www.uluchanhan.com

uluchanhan@gmail.com

 Kaynaklar

AKIN, Sunay, https://www.youtube.com/watch?v=HtOEmJCEqZ8

APATAY, Çetinkaya, (E) Amiral, Ertuğrul Fırkateyni’nin Öyküsü, XIX. YY’dan Bugüne Türk-Japon İlişkileri,  Milliyet Yayınları, İstanbul, 1998.

ENGİN, Vahdettin, Bir Devrin Son Sultanı, II. Abdülhamid, Yeditepe Yayınları, İstanbul, Şubat 2021 ( İlk baskı: 2017)

ERONAT, Canan Yücel, Ertuğrul Süvarisi Ali Bey’den Ayşe Hanım’a Mektuplar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2007 ( İlk baskısı: 1995)

ILGAZ, Arif Hikmet ve Hasene, Ertuğrul Fırkateyni, Türkiye Şehitlikleri İmar Vakfı Yayını, İstanbul, 1990.

KOMATSU Kaori, “100. Yıldönümü Münasebetiyle ( Ertuğrul Fırkateyni Faciası), AJAMES, NO. 5, 1990.

MÜTERCİMLER, Erol, Ertuğrul Faciası ve 21. Yüzyıla Doğru Türk-Japon İlişkisi, Anahtar Kitaplar, İstanbul, 1993

OSMANOĞLU, Ayşe, Babam Sultan Abdülhamid, Timaş Yayınları, İstanbul, 2013

ÖNDEŞ, Osman, Ertuğrul Fırkateyni Faciası, Aksoy Yayıncılık, İstanbul 1998 ( İlk baskısı Belge Yayınları, 1972)

SÖNMEZ, Oktay, Anılarda Gemiler Ufkun Ötesinde Kayboldular, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2008

YILMAZ, Coşkun ( Editör), II. Abdülhamid, Modernleşme Sürecinde İstanbul, Avrupa Kültür Başkenti, İstanbul, 2010.

http://ertugrul1890.com/

https://fullhdfilmlerizle.net/ertugrul-1890-hd-izle/

https://tr.wikipedia.org/wiki/Ertu%C4%9Frul_(f%C4%B1rkateyn)

https://www.history.navy.mil/research/histories/ship-histories/abbreviations.html#p

 

GÜNLÜK HABER AKIŞI
STM’DEN DUVAR ARKASI RADAR
GÜNLÜK HABER AKIŞI
ÇiN UZAY HACMİNİ ARTIRIYOR
GÜNLÜK HABER AKIŞI
DAĞIN KRALI
GÜNLÜK HABER AKIŞI
TOPRAK ZAFERE SÜRÜYOR
GÜNLÜK HABER AKIŞI
CAM ŞİŞE ATMA ORMANI YAKMA
GÜNLÜK HABER AKIŞI
SHENZHOU 15 YERYÜZÜNE DÖNDÜ
GÜNLÜK HABER AKIŞI
İSTANBUL PLAJLARI YAZA HAZIR
GÜNLÜK HABER AKIŞI
HAYDİ GÖLDE BALIK TUTALIM…
GÜNLÜK HABER AKIŞI
RENK KODLU MARS HARİTASI
GÜNLÜK HABER AKIŞI
Bugün Dünya Yunus Günü!
GÜNLÜK HABER AKIŞI
YUNANİSTAN’DA TREN KAZASI
GÜNLÜK HABER AKIŞI
RÖMORKÖR ALABORA OLDU
GÜNLÜK HABER AKIŞI
TÜRK GEMİSİ KARAYA OTURDU
GÜNLÜK HABER AKIŞI
EYT 1 YIL ERTELENEBİLİR
GÜNLÜK HABER AKIŞI
ENGELLİLERİN ACI FERYATLARI
GÜNLÜK HABER AKIŞI
YİNE SINIFTA KALDIK
GÜNLÜK HABER AKIŞI
SULAK ALANLARI ONARMA ZAMANI
GÜNLÜK HABER AKIŞI
Anneler Günü Kutlu Olsun

Copyright © 2024 Deniz Kartalı. Tüm Hakları Saklıdır.