Çocuk çaktırmadan odaya göz atar; basit bir ahşap masa, Vekil Bey’ in koltuğu ve önünde iki adet misafir koltuğu vardır.
Odacının gösterdiği sandalyeye oturur, sandalye de bizim açık hava sinemalarında gördüğümüz sandalyelerin aynı.
Bir süre sonra uzun boylu, yakışıklı bir bey kapıdan içeri girip makam koltuğuna oturur ve odacısını çağırır.
Odacı bir şeyler konuşur o yakışıklı uzun boylu Bey ile ve çocuk anlar ki o Bey Maarif Vekili’dir.
Odacı, Vekilin odasından çıkar ve çocuğa ‘Vekil Bey seni bekliyor, içeri girebilirsin’ der.
Çocuk ürkek bakışlarla, ayakları titreyerek Maarif Vekilin karşısında ‘hazır olda’ durur.
Vekil Bey sorar; ‘neden geldin ?’
“Efendim, ben ortaokula başladım, ancak kitaplarımı alamıyorum, okul müdürümüz beni size gönderdi” der
Sesi titremektedir.
Vekil Bey çekmecesinden beyaz bir kağıt çıkarır, kendi el yazısı ile bir liste hazırlar ve odacısını çağırır.
Zemin kata inmelerini, listede bulunan tüm kitap ve kırtasiyeleri temin etmesini ve tekrar birlikte gelmelerini söyler.
Maarif Vekaleti’nin zemin katına inerler.
Çocuk gözlerine inanamaz.
Bütün sınıfların ders kitapları düzinelerle raflarda durmaktadır.
Odacı, teker teker listedeki tüm kitap ve kırtasiyeleri toparlar, bir kısmını da çocuğun kucağına verir ve tekrar Vekil Bey’in karşısına çıkarlar.
‘Liste tamam mı?’ diye sorar Vekil Bey.
Evet anlamında kafasını sallar çocuk.
‘Hadi bakalım’ der Vekil Bey, ‘İyi oku, başarılı ol , ülkemize hayırlı evlatlar yetiştir’ der ve uğurlar.
Çocuk sevinçle evin yolunu tutar, mutludur, artık kitapları ve yazacağı bir defteri, kalemi ve tüm kırtasiye ihtiyaçları vardır.
Çocuk çalışkan bir öğrenci olur, daha sonra da başarılı bir devlet memuru. Ülkemize ilk gelen bilgisayarın işletimcisi olarak görev alır ve emekliliğine kadar başarı ile bu görevi sürdürür.
İki evlat yetiştirir ve çocuklarına her fırsatta Mustafa Kemal Atatürk’ü, O’nu nasıl tanıdığını, sınıfta saçlarını nasıl okşadığını gözleri dolarak anlatır.
Cumhuriyetin faziletlerini, devletçiliği, devletin elinden tutmasa bugün belki de hayatta olamayacağını ve en çok da nasıl Devlet Adamı olunacağını, 13 yaşında çocukluğunda yaşadığı anıyı anlatarak her fırsatta dile getirir.
Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşımızın işaret fişeği olan ‘Geldikleri Gibi Giderler’ dediği istimbotun yenilenme sürecinde hayli sıkıntılı günler yaşayan oğluna gözleri dolarak “Al oğlum, bu benim üç aylığım, Atatürk’e feda olsun” diyerek uzattığında duygulanan baba oğul kucaklaşırken göz yaşlarını birbirlerinden saklarlar.
Odasında Mustafa Kemal Atatürk köşesi vardır, her 10 Kasım günü sağlığı el verdiği ölçüde torunları ya da torunlarının çocuklarını ellerinden tutup Anıtkabir’e götürür.
Her fırsatta Atatürk’e olan borcunu ödeyemeyeceğini, ödenmeyeceğini dile getirir.
Son günlerinde televizyonu açmazdı çocukları, izlerken kahrolur Allahım bu günleri görmeden canımı alsaydın” diye dualar eder, kafasını öte yana çevirir ve uykuya dalardı.
İşte o çocuğa, 1939 yılında kitap ve kırtasiyelerini vererek okumasının önünü açan ve çocuğun ölene kadar aklından çıkarmadığı Devlet Adamı Hasan Ali Yücel.
O çocuk ise geçen yıl bugün kaybettiğim BABAMDI… NECDET AKSON.