Deniz Kartalı

AGANTA BURİNA BURİNATA… KAPTAN DENİZ ATICI’NIN DENİZ HAVASINDA SUNUMUYLA

Anı tarzında yazılmış romanımızın yazarı Musa Cevat Şakir Kabaağaçlı, namı diğer Halikarnas Balıkçısı, 1890 yılında Girit’te doğmuş 1973 yılında İzmir’de hayata gözlerini yummuştur. Yazar Musa adını; doğum gecesi annesinin rüyasında gördüğü Musa Peygamberden, Cevat ismini Sadrazam olan amcası Cevat Paşa’dan, Şakir ismini de tarihçi, yazar ve vezir olan babası Mehmet Şakir Paşa’dan almıştır. Romanımızın kahramanı olan Mahmut ismindeki Bodrumlu zatta, adeta çocukluğundan beri denizci olma arzusuyla yanıp tutuşan Cevat Şakir’in hayata bakışının izleri görülmektedir. 1911 Trablusgarp Savaşı öncesi ve sonrasında geçen romanımız, Cevat Şakir’in kaleme aldığı ilk romanı olup 1945 yılında yazılmış ve 1946 yılında basılmıştır.

AGANTA BURİNA BURİNATA… KAPTAN DENİZ ATICI’NIN DENİZ HAVASINDA SUNUMUYLA
307 views
17 Eylül 2023 - 12:33

SERENLERİN ÜSTÜNDEKİ ÜST VE ALT YELKENLERİ TUT

Kahramanımız Mahmut ile tanışmadan, yazarın romanına yaptığı birtakım dokunuşlardan bahsetmek okuyucuya şevk verecektir. Kitapta denizciliğe ait terimler oldukça detaylıdır ve kullanımları ustacadır. Romana adını veren, aslında denizciliğin ağır armalı yelkenli jargonuna ait bir komut olan “Aganta Burina (ya da Borina) Burinata (ya da Borinata) “romanda ek olarak bir nida, peşi oldukça derin bir coşku, bir başarma hazzı, bir isyan ifadesi olarak da karşımıza çıkıyor. Bu; “Aganta” hariç modern denizcilik içerisinde artık kullanılmayan ve dolayısıyla da günümüz denizcileri arasında pek bilinmeyen, eski tip ağır armalı yelken dünyasına ait bir komut. Aslında cümleyi komut yapan fiil “Aganta” ’dır ve aganta komutu günümüz modern denizciliğinde de sıkça kullanılmaya devam edilmektedir; halat veya zincir gibi şeyleri hareket etmesine müsaade etmeyecek şekilde tutmak, onu geçici olarak da olsa sabitlemek anlamında kullanılmaktadır. Burina (ya da Borina) ve Burinata (ya da Borinata) ise tamamen yelken jargonuna ait, belirli halatları ifade etmektedir; borinata, borina halatının özel bir haline verilen isimdir, yani, Trinket (pruva direğinin en alttaki serenine bağlanan kare yelken) yelkendeki borina halatına borinata denir. Borina ise genel olarak dört köşe yelkenlerin gradin (güverteye dik) yakalarında (kenarlarında) iskota (yelkeni sabitleyip gerdirmeye yarayan halatlar) yakasına (köşesine) yakın yerde bulunan borina patasına (halattan yapılan kaz ayağı sapanlar) bağlanan halat anlamına gelmektedir. Bu durumda komutun tamamı “burina ve burinata halatlarını tut/aganta et!” anlamını taşımaktadır. Aynı komut romanda bir nida olarak, bir işe koyulmadan hemen önce de söylenen bir düstur olarak ayrıca karşımıza çıkmaktadır.

 

Tamamen el emeği ve ezoterik ustalıkla

Bir de Tirhandil var. Romanda anlatılan balıkçılık yapan denizcilerin kullandıkları, Ege ve Akdeniz’e özgü, yelkenle ve kürekle hareket ettirilebilen, daha çok balıkçılık ve süngercilikte kullanılan ancak geniş ambar hacmi sebebiyle yük taşımacılığı da yapılabilen, yöreye has teknelerdir. Tirhandil isminin Grekçe ’de üçe bir (1/3) anlamına gelen “trekhantri” deyişinden geldiği söylenmektedir. Bu, teknenin boyunun, eninin üç katı olacak şekilde inşa edildiği anlamını taşımaktadır. Tarihsel süreç içerisinde Ege sularına en uygun tekne biçimi olarak ortaya çıktığı, onu hali hazırda kullanıp da diğer tekneler ile karşılaştırma fırsatı bulan tekne sevdalıları dile getirmektedir. Tirhandil tekneler günümüzde sadece Bodrum’da, sınırlı sayıda imalatçı tarafından tamamen el emeği ve ezoterik ustalıkla yapılmaktadır.

Bodrum’un ve Anadolu medeniyetinin tanıtılmasına çok emek vermiş bir yazar olarak Cevat Şakir’in romanda Kalafat Ahmet Usta vasıtasıyla Ahmet Rasim adlı bir yazarın Turgut Reis adlı kitabından bahsederek kendisini romana dahil ettiği de gözlerden kaçmamaktadır…

Mahmut, Bodrum’da yaşayan babadan denizci bir anne ile denizci bir babanın tek evladıdır. Denize sevda derecesinde alaka duymaktadır. Hassas bir çocuktur. Çevresinde olup bitenlere karşı duyarlı, meraklı, sorgulamayı seven bir yapısı vardır. İçine doğduğu ortamda fakirlik, çaresizlik, cahillik adeta kol gezmektedir. Mahmut’un babası Süleyman ve annesi ikisi birden Mahmut’un da denizci olmasına karşı çıkmaktadırlar. Bu karşı çıkışlar “kara insanı” ve “deniz insanı” diye iki ayrı insan tipinin ortaya dökülmesine sebep olmaktadır. Deniz insanlarının hayatları zor ve belirsiz olarak nitelendirilmekte, o dönemlerde sıkça meydana gelen tekne kazalarında hayatını kaybeden denizcilerin bir mezarlarının bile olmadığı sıklıkla vurgulanıp, Mahmut’un bir kara insanı olarak güven içinde hayatına devam etmesi salık verilmektedir.

MAHMUT’UN ÇOCUKLUK HAYALLERİ

Küçük Mahmut sokakta oynayan çocuklarla birlikte oynamaktansa kendi başına denizcilik hayalleri kurarak denize yakın yerlerde vakit geçirmeyi tercih etmektedir. Bir gün kendisine çer çöpten yaptığı basit bir kayığı, ona tütün paketinden bir yelken de uydurarak evlerine yakın bir yalakta büyük keyifle yüzdürdüğü sırada, geçen vaktin farkında olmaz ve hava kararmıştır artık. Bu sırada eve dönmekte olan, yine sonradan denizci olmuş “Serdümen” lakaplı amcası Davut kendisini görür ve yanına gelir. Mahmut’un eve geç kalmış olmaktan dolayı yaşadığı korku yersizdir çünkü amcası karadayken genelde olduğu gibi alkollüdür, Mahmut’un oynadığı kayık ile ilgilenir ama ansızın onu kırar. Kırma sebebi olarak da yarın kendisine daha güzel, esaslı bir tekne yapacağını söyler. Dediği gibi de yapar. Ertesi gün balıkçıların bulunduğu, deniz kenarındaki kahveye giderler ve oradaki denizin salamurasında adamakıllı pişmiş çok becerikli denizciler ile tanışır ve el birliği ile ona çok esaslı bir Tirhandil teknesi yapılır. Mahmut günlerini artık sürekli o tekne ile oynayıp geceleri de teknesi ile birlikte yatarak geçirmektedir. Birkaç ay böyle geçtikten sonra bir sabah uyandığında teknesini yanında bulamaz. Arar tarar ama tekne yok olmuştur. Yenisini yaptırırım umuduyla amcasını sorar ama annesi de babası da amcası hakkında durgun konuşur ve onun uzun bir sefere çıktığını, döndüğünde kendisine yeni bir kayık yapabileceğini söylerler. Babası avunması için ona bir kuzu alır ancak Mahmut denizi sevmediği gerekçesiyle kuzudan sıkılır. İşte Mahmut, denizci olan Ateşoğlu’nun kızı Fatma ile bu süreçte arkadaşlığını ilerletir. Yeşil değilse mavi, mavi değilse yeşil gözleri olan Fatma, erkek gibidir. Annesi geçen sene ölmüş olan Fatma’yı, Mahmut ve ahali “Erkek Fatma” olarak nitelendirmektedir.

Babası ile Milas’a yaya olarak 7-8 saat süren bir yolculuk yaparlar. Babası Süleyman, yolda oğluna kara hayatı ile ilgili konuşur. Toprak sahibi olmanın ve onu işlemenin, denizciyi denizin zalimliklerinden koruyacağını anlatır durur. Ne var ki Mahmut babasının anlattıklarının karşısında denizden korkmak şöyle dursun; iradesi daha da şahlanır ve denizin zorluklarıyla boy ölçüşmek için daha da can atar hale gelir. Milas’ta yanına gittikleri kişi babasının çok sevdiği eski bir denizci olan ve şimdilerde bakkal dükkânı çalıştıran Fehmi’dir. Fehmi ile babası rakı eşliğinde uzun bir sohbete girişip hasret giderirlerken konu, uzun seferde olduğu söylenen Mahmut’un amcası Serdümen Davut’a gelir. Orada babası tüm hikâyeyi anlatır. Eskiden iyi bir çoban olan Davut sonradan denizci olmuştur ve de çok iyi bir denizci olmuştur. Bulundukları yerin eşrafına yakın bir takım serseri tiplerin yaptıkları taşkınlıklara mâni olurken içlerinden birinin başını yarar ve iki yıl hapse mahkûm olur. Hapisten çıkar çıkmaz da abisi Süleyman’ın yanına gelerek onun bulunduğu Kara Ali Kaptan’ın baltabaş yelkenli kayığına tayfa olarak yazılır. Seferin ilerleyen zamanlarında Girit’in Marbello Dağlarından ansızın oluklanan esaslı bir fırtınaya tutulurlar. Bu fırtına sırasında Süleyman’ın deniz bağını yapmayı bizzat ihmal ettiği teknenin randa maçosu, iğreti sabitlendiği yerden kurtularak, o esnada kahramanca dümen tutmakta olan Davut’un başını kopartır! Cansız bedeni Süleyman’ın üzerine düşer. Fırtınanın dinmesi çok uzun sürünce ortalığın sakinleşmesiyle birlikte karaya cenazeyi bırakmak için çıkamayacakları anlaşılır ve Davut’u da vahşi denizin kollarına bırakmak zorunda kalırlar. Mahmut böylece amcasının çıktığı uzun seferin ne olduğunu anlamış olur. Bu dramatik hikâyeden sonra beklenmedik bir şey olur ve babasının arkadaşı Fehmi korkup karada bakkal olduğuna sevineceğine denizden ayrı geçen günlerine hayıflanır. Mevzunun istemediği bir yere gittiğini anlayan babası, Mahmut’u yatmaya gönderir. O gece Mahmut’un rüyasına amcası Davut girer. Babasının aksine Mahmut’a korkmamasını ve kendisi gibi onun da bir deniz insanı olduğunu söyler ve denizlere gelmesi için cesaretlendirir.

Milas dönüşü babası, Mahmut’u eskici Kirpi Halil Usta’nın yanına çırak verir. Mağarayı andıran kasvetli bu dükkân Mahmut’un yüreğini daraltır ancak gelin görün ki Kirpi Halil Usta bacağı düştüğü bir yelken direğinden topal kalmış eski bir denizcidir! Babasının kendisini denizden uzak tutmak için giriştiği her yol adeta Mahmut’u denizlere biraz daha yaklaştırmaktadır. İlk denizcilik eğitimini Kirpi Halil Usta’dan alır. Kirpi Halil Usta’nın da Mahmut sayesinde yüzü biraz olsun güler. Küstüğü yaşamına biraz olsun coşku gelir. Orada çıraklık yaptığı dönemde Kör Halit’in kahvesinin duvarında gördüğü resimler Mahmut’u etkiler. O resimlerden bir tanesinde Kristof Kolomb da vardır; tayfası tarafından çevresi sarılmış direğe bağlanmış halde gözükmektedir. Halil Usta Mahmut’a günlük kullanımda bile denizcilik terimleri kullanarak adeta onu büyüler. Kahveci Kör Halit’in yanında getir götür işleri yapan Topal Murat Dayı da onların bu coşkusuna ortak olur zira onun oğlu Aliş de Mahmut’un akranıdır ve de denizlerdedir. Murat Dayı epeydir Aliş’ten haber alamadığı için endişelidir. Onların bu coşkulu muhabbeti, dükkânın muhabbet müdavimlerinden ve oldukça geveze olan emekli gümrük ambar memuru Kasım Efendinin, kendisine laf sırası bulamadığı için ustasının Mahmut’a boyuna denizcilik dersleri verdiğini babasına fitlemesine sebep olur. Hemen akşamına babası cezasını kesmiş ve Mahmut’u mektebe vereceğini söylemiştir. Üç dört gün sonra topal hocanın mektebine gitmeden ustasıyla geçirdiği son günün akşamında ustası efkarlanır ve Mahmut’a rakı ve izmarit balığı aldırarak içmeye başlar. Bu sırada da Mahmut’a “Mesela gemi orsa alabanda edecek, ne gibi emirler verilir ve o emirler verilince neler yapılır?

Aganta burina burinata!

Sırasıyla söyle bakalım” diye sorar. Bunun üzerine Mahmut anlatır ustası keyiflenir, Mahmut anlatır ustası keyiflenir ve en son komut olan “Aganta burina burinata!” ‘yı söyleyince artık Halil Usta elindeki kadehi parlatıp “Son olarak verilen kumandayı bağıra bağıra tekrar et!” der. Mahmut da ciğerlerini doldurarak olanca sesiyle haykırır: “Aganta burina burinata!” arkasından da Halil Usta da pek eski bir denizcilik aleminden hız alarak gürler: “Aganta burina burinata!”. Evrene meydan okuyan bu nidaları diğer eskici ve pabuççular tarafından da duyulur ve hepsinde adeta bir kurtuluş hazzı yaratır. Birçok insan sokakta birbirine artık “Aganta!” diye selam vermeye başlar.

Mahmut’un mahalle mektebi günleri başlamıştır artık. Okulda öğretilenler ilgisini çekmez. Onun aklı fikri denizciliktedir. Sınıfta da oldukça iri yarı olan Fatma’nın arkasına gizlenip yanında getirdiği birkaç parça sicimle gemici bağlarına çalışır. Bu esnada topal hocanın sorduğu sorulara Fatma’nın suflesiyle yanıt vermeye çalışırken çuvallar ve hoca Mahmut’u falakaya yatırır. Mahmut ise sonraları hoca ile uğraşmaya başlar; bir gün ona Nuh peygamberin arkının mavuna mı, duba mı, şat mı yoksa salapurya mı olduğunu sorar. Saydığı teknelerden ismi en uzun ve tumturaklı olan olduğu için olsa gerek, hoca salapurya der. Bu sırada dışarıdan bir kahkaha gelir ve hayat Mahmut’u denizlere yaklaştıracak olan kader ağlarına bir kez daha iter; kahkahanın sahibi Kalafat Ahmet Usta, Mahmut’un hayatının bir direği olacaktır. Okuma yazması da olan Kalafat Ahmet Usta Mahmut’a kitaplar vererek onun ufkunu genişletir. Ufku iyice ötelere uzanan Mahmut artık daha derin düşüncelere sahip olmaya başlar ve “insan keşfetmek, öteye varmak, yeniye açılmak özleyişiyle ceviz kabuğu kadar tekneye biner, iki buçuk arşın bez parçasıyla göklerin rüzgarını çalar da el alemin muhakkak “ölümdür, deliliktir” diye bağrışıp ayak diremelerine kulak asmadan açılır gider ve yeni dünyalar, yeni alemler bulur. Ne biçim dünyaya doğmuşum ben? “Güzel” diyordum, güzel dediğime dönüp bakmıyorlardı bile. “İyi “diyordum, omuz silkiyorlardı. Birisinin dobra dobra dosdoğruyu söylediğini duyuyor, heyecanlanıp, “Doğru!” diye bağırıyordum. “Aman sus!” diyorlardı. Hele “Deniz!” deyince, bütün kaşlar çatılıyor, “Sakın ha!” diyorlardı. Peki güzele bakma, iyiye aldırma, doğruya kulak asma, denizi anma; peki öyleyse ben ne edip ne söyleyecektim? İşte bunu büyüklerime sorunca, bana düpedüz bir cevap vermiyorlar fakat dolambaçlı ve sağa sola savsaklayıcı sözler söylüyorlardı.

Ne var ki, kafama sokulan bütün bu sözleri, gönlümün ateşinde yakınca ve bunların laf olan fireleri berhava olunca, kala kala kafamda şu kaba Türkçe gerçekler kalıyordu. Önce, “hiç kimseye hiçbir şey vermeyeceksin, herkesten koparabildiğin kadar koparacaksın ve gözünü paradan ayırmayacaksın! İyi ama ben parayı görünce, yaratılıştan öz düşmanı olan bir hayvana rasgelen bir başka hayvan gibi, tüylerim nefretle diken diken oluyordu. Benim özlediklerim, hiç de onların özledikleri değildi.” der. O sıralarda kara adamı olmasına rağmen kendisinin; tam anlamıyla enginin özbeöz bir evladı deniz adamı olarak nitelendirdiği Topal Murat Dayı’yı vefatıyla kaybeder. Her nasılsa karada yaşayan deniz insanları olduğu gibi denizde yaşayan kara insanları da mevcuttu bu hayatta. Falakadan çıktığı bir sırada Fatma’dan, babası Ateşoğlu ile hep birlikte balığa çıkma teklifi alır. Fatma Mahmut’un babası Süleyman’dan zar zor izin alır ve hep birlikte Mahmut’un ilk deniz deneyimine çıkarlar. Bu ilk sefer oldukça zorlu geçer, hatta otuz beş mil kürek dahi çekerler. Ancak yaşanan onca aksilik ve sıkıntıya rağmen Mahmut’un deniz aşkı azalmaz, artar.  Bu dönem Mahmut ile Fatma’nın iyice birbirlerine yaklaştıkları bir dönem olur. Artık iyiden iyiye deniz sevdası ile yanıp tutuşmaya başlamış olan Mahmut’un imdadına yine Fatma yetişir ve Mahmut’a; annesine, babasının yokluğunda; eğer denize açılmasına müsaade etmezlerse Mahmut’un canına kıyacağını ya da alıp başını gideceğini söyleyebilirim der.

 

Açık denizlere açılmak vakti gelmiştir artık. Bu iş için cimriliği ve tayfasına olan insafsızlığı ile ün salmış küçük amcası Hakkı Reis’in kayığını seçer. Erkek Fatma’nın üstün gayretleri sayesinde anneden koparılan izin ile liman reisinden gemici tezkeresi alınır ve artık sonunda Mahmut bir teknede gemici olarak iş başı yapar. Tesadüfe bakın ki Topal Murat Dayı’nın kayıp oğlu Aliş’te aynı kayıktadır. Aliş’le iyi arkadaş olurlar. Mahmut ilk deniz kazasını bu kayıkta geçirir ve ilk fırtınasında denize düşer ama neyse ki kurtarılır, bu olay onun çok hoşuna gider. Bu kayıkta çok yer gezer Mahmut hatta bir gün Kuşadası’nda babası ile denk gelirler ve babası kendisine son kez sitem eder, bir süre sonra annesinden aldığı bir mektuptan babasının kayığının battığını ve tüm değerli mal varlıkları ile beraber babasının da boğulduğunu öğrenir. Artık evin geçimini sağlamak sana düşüyor diyordu annesi. Amcası Hakkı çok cimri ve insafsızdır, Mahmut yeterli parayı bir türlü kazanamaz. Bir gün amcası Hakkı, İskenderiye limanında bulup kayıklarına aldıkları Mazlum adındaki başından yaralı on beş yaşlarındaki bir garibana sudan bir sebeple eziyet ederken, Mahmut araya girer ve amcasına vurarak bu mezalime son verir. Bu olay Mahmut’un kayıktaki sonunu getirir. Amcası Mahmut’un birikmiş alacaklarını güç bela, hakkını yiye yiye verir ve Fethiye limanında kayıktan iner.

Bir başka kayığa biner Mahmut ondan başka birine ondan da başka birine. Durmadan dinlenmeden arı gibi karınca gibi çalışır ne var ki, ne arı gibi toplayabilir ne de karınca gibi biriktirebilir. Hep günlük ekmek kaygısı içinde yaşamaya başlar. Böyle geçen günler içinde annesini de kaybeder, bu dünyada bir başına kalmıştır artık. Bir bakıma annesini geçindirme yükü de kalkmıştır omuzlarından. O Kaptandan o kaptana para sıkıntısı içinde geçen yıllar geçer güzel arkadaşlıklar kurar, bolca keyifli vakitler geçirse de sık sık babasının sözleri aklına gelmeye başlar “şöyle bağım bahçem olsa da şu yarı aç yarı tok hayattan bir kurtulsam” demeye başlar. Geleceği hakkında karamsarlığa kapılır. Bulunduğu kayığa tayfa olarak tesadüfen Aliş gelir, yıllar sonra tekrar buluşurlar. Zorlu ve aksiliklerle dolu seferler atarlar bu süreçte civarlarından gelip geçen makinalı gemilerin rahatlığına özenmeye başlar. Aliş’le ikisinin de yaşları on yedi on sekizi bulur ve içlerindeki şehvet iyiden iyiye artarken Mahmut’un aklında yalnızca çocukluk aşkı Fatma vardır. Aliş gibi onun da içinde memleket hasreti iyice büyür. Bodrum’dan ayrıldığı için pişmanlık duymaya başlar. Bu sıralarda İtalya’nın açtığı Trablusgarp savaşıyla Türk kayıklarının Akdeniz’de dolaşmaları mümkünatsız hale gelir ve Mahmut da yabancı yolcu vapurlarında iş bakmaya başlar. Şansı yaver gider ve Avusturyalı Loyid Triyestino firmasının bir gemisinde ateşçi olarak iş bulur. Bu gemide lüks hayatı yakından görür. Gemide Bodrum’dan bildiği Rum kökenli Pahos ile karşılaşırlar. Pahos salon yolcularına garsonluk yapmaktadır. Memleketteyken pek iyi geçinemezken gurbette can ciğer olurlar Pahos ile. Pahos Mahmut’a kol kanat gerer. Mutfak ile olan iyi ilişkileri sayesinde Mahmut’a verilen kötü karavanadan hariç güzel yemekler yedirir. Bu sayede ateşçi olarak aradığını bulamayan Mahmut’un gemide büsbütün helak olmasını önüne geçer. Marsilya’ya gidip tekrar İstanbul’a dönerler. Dönüş yolunda heyecan duyduğu tek an geminin Arşipel (Ege Denizi’nin ilk çağlardaki ismi) denizine girdiği andır. Cebine kalan birkaç lira ile gemiden iner ve doğruca Bodrum’a Erkek Fatma’ya kavuşmaya gider. Fatma’dan “Onda herkeste arayıp da pek az kimsede bulduğum veya hiç bulamadığım ve yine özleyip durduğum bir şeyin pek çoğu vardı” diyerek bahseder.

KURAKLIK VE YAĞMUR DUASI

Memlekete döndüğünde evlerini bir harabe şeklinde bulur. Annesinin mezarını bile bulamaz. Bir umut Kirpi Halil Ustasına koşar. Halil ustanın müdavimlerini de yerlerinde göremez, Halil Ustasını da gözlerinin ışığı sönmüş bir insan çöküntüsü olarak bulur. Oradan Ateşoğlu’na gitmeye karar verir. Kendisini karşılayacağını beklediği coşkuyu orada da bulamaz. Ateşoğlu Mahmut’u zar zor tanır. Fatma’nın babası Ateşoğlu’nun da hayatı değişmiştir. Birisiyle evlenmiş ve bir sürü çocuğu olmuştur. Fatma’yı zar zor bulur. İlk karşılaşmaları tam bir şok etkisi yaratır. Fatma’nın yüzü tanınmayacak halde yaralı vaziyettedir. Mahmut’u görünce çok heyecanlansa da asıl olarak halinden utanır. Fatma yüzüne isabet eden av tüfeği saçmaları sebebiyle bu hale gelmiştir. Mahmut kendisi ile evlenmek için döndüğünü, ne olursa olsun yine de evlenmek istediğini söylese de Fatma ikna olmaz ve Mahmut’un kararlı tavırlarından kurtulabilmek için oralardan habersizce kaybolur gider. Mahmut ne kadar arasa da Fatma’nın izini bulamaz. Bu sıralarda babasının akranı ve arkadaşı olan oldukça varlık sahibi olmuş Zeynel Kaptan; Mahmut’un çocukluk arkadaşı da olmuş ancak o zamanlar pek birlikte oynayamadıkları kızı Ayşe için Mahmut’un ağzını yoklatıyordu. Önceleri varlıklı bir aileye iç güveysi gideceği endişesi duysa da yaşadıklarının ve çevresindekilerin de etkisiyle Zeynel Kaptan’a kızı Ayşe ile evlenmek için tamam der. Zaten güzel bir kız olan Ayşe’nin gönlü de Mahmut’tadır. Evlenirler ve Çömlekçi Köyünde yaşamaya başlarlar. Yeni evli olarak ilk zamanlar çok güzel geçer ancak Mahmut iç dünyasında, bir sığıntı gibi yaşıyor olmak duygusuyla boğuşmaya başlar zira gelin görün ki Mahmut toprak işlerinden anlamaz. İşler yine de güzel gider, Mahmut babasının kara hayatı ile ilgili ettiği laflara hak verir. Toprağı kazmayı, bellemeyi, ekini ekip biçmeyi, fidan budamayı hep komşu toprak sahipleri Gavur Ali ve Dikdiğin Hüseyin Dayılardan öğrenir. Bu şekilde Zeynel Kaptan’ın malını mülkünü Ayşe ile el birliği ederek işleyip çalıştırmaya başlarlar. Mali işleri Ayşe tutar. Eli sıkı, hesabı da kuvvetlidir. Mahmut karısının mal varlığı sebebiyle köyde artık ağa sayılmaya, eli öpülmeye başlanmıştır ancak Mahmut bundan utanır. Bir gün köye gelen Milas iptidai mektebinin başhocası ile Mahmut’un iki tarım hocası olan Gavur Ali ile Dikdiğin Hüseyin arasında tarlada geçen diyaloglara şahit olur ve tarımın çok ilkel metotlarla yapılmaya çalışıldığının farkına varır. Köy hayatının derinlerine dalıp da ahaliyi tanımaya başladıkça köydeki çarpık sosyal hayatı fark eder. Caminin hocası Abdülvahap Hoca’nın köylünün dini duygularını sömürerek köyün zenginleri ve eşrafı lehine yarattığı ortam Mahmut’u rahatsız eder. Hocanın bir vaazında söylediklerine dayanamayıp dışarı çıkınca hoca buna çok kızar. Derken kuraklık baş gösterir. Yağmur yağdırmak için taşların okunup, eşeklerle develerle dere kenarlarına deniz kenarlarına taşınıp suya boşaltılacaklarına ve böylelikle yağmurun başlayacağına inanıldığına şahit olur. Köylüye denizci diliyle havayı anlatır ancak kimse oralı olmaz. Denilenler yapılır ve tabi ki yağmur yağmaz. Kuraklık derinleşir. Yapılanlardan sıkılan Mahmut köy kahvesine takılmaya karar verir. Orada karşılaştığı manzara da ayrı bir sıkıntıdır. Tüm günlerini kahvede geçiren toprak sahipleri ile onların karşılarında da çalışıp didinen güneş altında adeta eriyen, artık ruhlarını kaybetmeye yüz tutmuş mutsuz köylüleri görür. Toprağın kıtlığı sebebiyle başkasının toprağında yarıcılık yapan köylü işine gönül veremez haldedir. Hoş kendi toprağı olanlar farklı mıdır, hepsi de ilkel karasabanın boyunduruğunda ve savaşların kayıplarıyla yüz yılardır yaşamaktan adeta tüm umutlarını kaybetmiş haldedirler.  Aklına hemen liman ve denizci kahvelerinin gürültülü patırtılı halleri gelir. Bağıra çağıra konuşmaya alışkın denizlerin denizcilerini arar gözleri. Coşkuyla iş yapan denizcilerin yanında bu köylüler adeta derin uykuda gibiydiler.

İşte bu günlerde Ayşe’nin bir akrabasının Bodrum’daki düğününe giderler ve Mahmut orada tekrar sevdalısı denizle bir araya gelir ve tüm duyguları allak bullak olur. Hasreti gün yüzüne çıkar. Evleneli üç sene olmuştur. Bu süre zarfında edindiği kanaatler yerleşik köy hayatının tembellik ve uyuşukluk batağı olduğu yönündedir. Deniz ise ona hürriyet olarak gözükmektedir. Denize karşı hemen evlenmezden önce beslediği kin, onun zulmüne, cinayetlerine karşı duyduğu isyan, denizde çekmiş olduğu cefalar, uykusuz geceler, hep uyanınca unutulan kabuslar gibi aklından silinir gider. Yalnız denizin fırtınasına da tehlikesine de ferman okuyuşunun sevinci kalır içinde. Bodrum’dayken bir kayığın denize indirilmesine şahit olur; kayık denize bırakılmadan hemen önce yapıcı ustası: “Aganta! Burina! Burinata!” diye bağırır, ardından kayık büyük bir gümbürtüyle denize iner. O esnada güvertede koşan bir tayfanın ayağı bir ipe takılır ve küpeşteye vurarak denize düşer, çocuğun sersemlediğini anlayan Mahmut hemen elbiseleri ile denize atlayıp çocuğu kurtarır, kurtarır kurtarmasına da o esnada denizin saçları da adeta boynuna dolanır Mahmut’un. Dönüşü olamayan bir yola girmiştir artık. Orada Aliş’i arar, askere gittiğini öğrenir, zavallı Erkek Fatma’yı sorar; bir haber yoktur.

Artık köye dönüş zamanı gelmiştir. Yol boyu denize dönüp baka baka yola koyulur Mahmut, ne zaman deniz artık gözükmez olur, hayat zindan haline gelir. Tarlalar, bahçeler bıraktığı gibi durmaktadır; tarlalar deniz suyu muydular ki yer değiştirsinler, ağaçlar kayık mıydı da başka yerlere gitsinler. Kuraklık aynen devam ediyordu, muhabbetler hala bezdirici, usandırıcı mal mahsul, hava, para ve kaça sattın kaça aldın işleriydi. En güzel masal bile iki kere dinlenmezken, bin kere tekrarlanan kuru laflar Mahmut’u çileden çıkarıyordu. Bahçeleri de divaneden çıkarak adeta kudurdu, ne ekse olmadı, sulasa olmadı, çapalasa olmadı. Bir sabah bahçenin o delirmiş halini görünce artık dayanamaz Mahmut ve “Defet lahanasını da marulunu da” diyerek elindeki çapa ile bahçeye girişir, bahçenin altını üstüne getirir, adeta bir katliam yapar da yine toprağa duyduğu hıncı alamaz Mahmut. Malım var diye ölünceye kadar mallarının kulu kölesi olarak, evim var diye dört kuru duvarın içine mezara gömülmüş gibi gömülerek yaşamaya yaşamak mı denir, uzun ölüm bu, “Hey gidi deniz hey!” diyordu Mahmut.

Nihayet yağmur duası için okunan taşlar akar kenarına taşınıp suya atılır. Takip eden 2-3 gün içerisinde beklenen yağmur başlar. Başlar da ne başlar, yağmur bu sefer de iki gün üç gün on gün derken günlerce durmak bilmez. Her yeri sel alır. Köylü mustarip olur. Eğer kurak kadar sulak yaparsa yandık derler. Yaptıkları yağmur duası fazla mı kaçmıştı acaba? Duayı tersten okumayı düşünürler. En sonunda akara yağmur yağsın diye atılan taşların, çocuklar daldırılarak çıkartılmasına ve mangalda ısıtılıp kurutulmasına karar verilir. Ne var ki bu da kar etmez. Mahmut kime rastlasa herkes birkaç laf ezberlemiş ve sadece onu tekrar eden papağanlar gibi kuraktan sulaktan bahseder olmuşlar. Bunlardan kaçmak için alıp başını tenhalarda yağmur altında sırılsıklam oluncaya kadar gezmeye başlar. Onun bu düşünceli halini görenler Mahmut’un gözünün denizlerde olduğunu hemen Ayşe’ye yetiştirirler. Ayşe de Mahmut’a nasihat etmeleri için her tarafa başvurur. Bunun üzerine Mahmut’u ikna turları başlar. O gelir bu gider, onu anlatırlar bunu anlatırlar ancak Mahmut hepsini bir şekilde bertaraf etmeyi başarır. Tüm anlatılanlar dönüp dolaşıp denizin emniyetli ve selametli bir yer olmadığına geliyordu. Acaba Mahmut’un aradığı şey emniyet miydi ki? Ayrıca köy hayatı emin ve selametli miydi? İşte kurağı, seli ortadaydı. Aslında her iki taraf da insanın üzerine musibet yağdıran kazalar belalar şelalesi idi.

Uzunca bir sükuttan sonra Ayşe’nin hıçkırıkları duyulur

Yağmur sonrası bahçeyi basan sümüklüböcekleri karısı ile birlikte öldürmeye çalıştıkları bir sırada Ayşe artık dayanamaz ve elçiler ile ilettiği mesajını kendisi söylemeye başlar; Mahmut’un görevinin onun yanı başında kalmak ve para biriktirmek olduğunu pek kati çizgilerle belirtir. Kendisine karşı gönlünden kopan şeylerin onun tarafından ödenmesi mecburi bir borç gibi lanse edilmesi Mahmut’a ağır gelmiştir. Ayşe’nin düşmanı olamasa da insan suretinde koca bir yasak gibi karşısına dikilmesi, Mahmut’ta onu kırıp çiğneyip geçmek arzusu uyandırır, denize hasretini artırır. Açık deniz bu gibi mecburiyetlerden masun olan hürriyetin mavi vatanı olarak gözlerinde tüter.

Mahmut kasırgalı bir gecede evde ocağın önünde bağdaş kurmuş dalgın dalgın sigara içerken, Ayşe: “Ne düşünüyorsun? Yine denizi mi düşünüyorsun?” diye sorar. Kafasını çevirmeden “Hayır!” der Mahmut. Uzunca bir sükuttan sonra Ayşe’nin hıçkırıkları duyulur ve başını çevirince Ayşe’nin yanaklarından akan göz yaşlarını görür. Mahmut’un yanına koşar Ayşe ve ta neden beri ilk defa yalvarışlı bir tavırla omzunu okşayarak: “Sanki derinden derine bir yerin acıyormuş gibi duruyorsun” der. Mahmut dayanamaz: “Ayşe! Denizciler derler ki büyük fırtınalarda karanlığın ortasında bir ses onları adlarıyla çağırırmış. İşte o çağıran ses kendi kaderleri imiş. İnsanın yaradılışı kendisini ‘Gel!’ diye çağırdı mı durabilen kim! Ben denizcilerin bu sözüne kulak asmazdım ama bu fırtına yok mu, neredeyse inanacağım. Seni ne kadar sevdiğimi bilirsin. Sen benimsin, ben seninim, anladık. Fakat acaba birbirimizden öte birbirimizden başka şeylere muhtaç değil miyiz?” der. Bir süre birbirlerine bakarak susarlar, Ayşe’nin göz yaşları diner. Fakat bakışı adeta acı bir “eyvah” çığlığı gibidir. O geceden sonra karısı, önüne dikilip vazifelerinin kupkuru kahyası olmaktan çıkar.  Ayşe Mahmut’un özleyişinin önüne geçmesinin ne onun ne de kendisinin elinde olmadığını ye’isle sezer. Fakat Mahmut’a engel olmaya çalışmaktan kendini alamaz, nefesi kuvvetli bilinenlere muskalar yazdırır, gömleğini okutur. Namaz kılarken kendi de dua eder. Mahmut kaç defa dalgın dalgın bakarken yakalar Ayşe’yi. Mahmut’un yüreği parça parça olur, Ayşe’ye acır. Mahmut da deniz fikrinden kopmak için çabalamaya başlar. Verdiğim söz yani vazifem burada kalmaktır der kendi kendine ancak “Vazifen!” dediler mi neden bütün tüyleri ürperiyor, tepesi atıyor, protesto ederek kaçmaya kalkışıyordu anlamıyordu. “Ettiğim bu şımarıklık değil de neydi? İçimde yanan deniz arzusunu boğmalı idim” diyordu kendi kendine.

İşte denizden korktuğu için denizden kaçan denizci!

O sıralarda Ayşe Mahmut’un çocuğunu doğurmayı istemeye başlar. Onun gönlünü ana olmak arzusu ile tutuşturan nefesle kendi içini açıklar (deniz) aşkıyla tutuşturan nefesin aynı şey olduğunu, zihniyle olmasa bile duygularıyla sezer Mahmut ve Ayşe’ye yakınlık duyar. Bu hal onun denizlere dönmemek hakkındaki kararını kolaylaştırır. Kendini daha iyi hissetmeye başlar. Bu sırada bağ bahçe de ilk zamanlardaki gibi kendine gelmiş toparlanmışlardır. Ayşe istemese de Güvercinlik ve Gökabad kıyılarına gidip çocukluk anlarına dönmeye başlar Mahmut. Koskocaman aylı bir gecede Çiftlik koyunun oradaki bir kumsala gider ve orada vakit geçirir. Ufuktan geçen bir kayık görür, içtiği sigaralar eşliğinde düşüncelere dalar ve geçen vaktin farkında olmaz. Gün doğmaya başlarken uyuyakalır. Uykusunda dolu yelkenleriyle önünden geçen bir kayık görür. Teknenin tüm yelken, direk, küpeşte, halat detayları seçilir. Floklarını, gabyasını, randasını, babafingosunu görür. Gönlü adeta yabancı yerlerde veya karanlıklarda uçmuş yorgun bir kuş gibi babafingoya konar. Birdenbire önündeki kayığın güvertesinden sanki bir denizci Mahmut’u göstererek “İşte denizden korktuğu için denizden kaçan denizci!” der. Mahmut deli gibi yerinden sıçrar ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar, gemiye, “Korkudan? Hiçbir zaman!” diye bağırır.

Artık ondan sonra ne Ayşe’nin kolları, gözyaşları, ne bağlar bahçeler Mahmut’u karaya bağlayamazlar. Varını yoğunu Ayşe’ye bırakarak bir daha dönmemek üzere, ilk limanda gemici olarak yazıldığı bir kayıkla “Aganta!” diyerek denizlere açılır…

Kaptan Deniz ATICI- Kılavuz Kaptan

*Yayın hakkı sahibi, Bilgi Yayınevi,68.basım Kasım2020

KÖŞE YAZARLARI
GÜNLÜK HABER AKIŞI
STM’DEN DUVAR ARKASI RADAR
GÜNLÜK HABER AKIŞI
ÇiN UZAY HACMİNİ ARTIRIYOR
GÜNLÜK HABER AKIŞI
DAĞIN KRALI
GÜNLÜK HABER AKIŞI
TOPRAK ZAFERE SÜRÜYOR
GÜNLÜK HABER AKIŞI
CAM ŞİŞE ATMA ORMANI YAKMA
GÜNLÜK HABER AKIŞI
SHENZHOU 15 YERYÜZÜNE DÖNDÜ
GÜNLÜK HABER AKIŞI
İSTANBUL PLAJLARI YAZA HAZIR
GÜNLÜK HABER AKIŞI
HAYDİ GÖLDE BALIK TUTALIM…
GÜNLÜK HABER AKIŞI
RENK KODLU MARS HARİTASI
GÜNLÜK HABER AKIŞI
Bugün Dünya Yunus Günü!
GÜNLÜK HABER AKIŞI
YUNANİSTAN’DA TREN KAZASI
GÜNLÜK HABER AKIŞI
RÖMORKÖR ALABORA OLDU
GÜNLÜK HABER AKIŞI
TÜRK GEMİSİ KARAYA OTURDU
GÜNLÜK HABER AKIŞI
EYT 1 YIL ERTELENEBİLİR
GÜNLÜK HABER AKIŞI
ENGELLİLERİN ACI FERYATLARI
GÜNLÜK HABER AKIŞI
YİNE SINIFTA KALDIK
GÜNLÜK HABER AKIŞI
SULAK ALANLARI ONARMA ZAMANI
GÜNLÜK HABER AKIŞI
Anneler Günü Kutlu Olsun

Copyright © 2024 Deniz Kartalı. Tüm Hakları Saklıdır.   |   Gizlilik Politikası