Deniz Kartalı

İLK AMİRAL İLK İHANET… (E) DENİZ ALBAY MÜMİN KIR SORUYOR

Boynu vurularak idam edildiğinde 80 (veya 85) yaşındaydı. Ömrünün neredeyse tamamı denizlerde geçmişti. Karaman’dan İstanbul’a getirilen ailesi bir süre sonra Gelibolu’ya göçmüş ve oraya yerleşmiştir. Adeta bütün şartların gemici yetiştirmeye uygun olduğu bir zaman diliminde doğar. 1465 veya 1470 yılları arasında doğduğunda, babası ona Muhittin Piri adını verir. Tahsilinin ayrıntıları bilinmemekle birlikte, doğduğu şehirde aldığı ilk eğitim yanında, özellikle küçük yaşlarından itibaren amcasının yanında bulunarak denizcilikle ilgili bilgileri yaşayarak öğrenmiştir. Amcası ünlü Kemal Reis’tir. Denizcilik mesleğine yakın bir çevrede büyümesi, hayatını şekillendiren ve özellikle de Kemal Reis gibi gerçekten Akdeniz’de nam salmış ünlü bir denizcinin yeğeni olması, tarihin onu Piri Reis olarak hatırlayacak olmasının en önemli faktörüdür. Pir Muhiddin, on bir yıl, zamanın ilim ve irfan üssü olarak kabul edilen ve Balkanların anlam ve bilgi kökü olarak görülen, Gelibolu’da zamanın âlim ve hocalarından iyi bir eğitim alır. Hangi tür dersler aldığı tam olarak bilinmese de devrin bilinç kodları göz önünde bulundurulduğunda dil, mantık, vb. ile Kuran, Hadis ve hayat ilimlerine kadar geniş yelpazede bir eğitim görür.

Çocukluk çağları ve ilk eğitiminin ardından başlayan denizcilik günleri amcası Kemal Reis’in onu yanına alması ile başlamıştır. Söz konusu yıllar, tıpkı Kemal Reis gibi birçok Türk denizcinin Akdeniz’de dolaştığı bir döneme rastlar. Bu süreçte tıpkı başka diğer Türk denizcileri gibi, Akdeniz’de dolaşarak korsanlık ya da akıncı leventlik diye tabir edilen, yarı bağımsız bir sistem içinde denizcilik faaliyetleri yürütmüşlerdir. Bu faaliyetler sırasında kışın elverişli limanlarda konaklayarak, yazın da karşılaştıkları kimi gemilere el koyarak, kimi kıyı ve adaları ele geçirerek savaşmışlardır. Akdeniz’deki mücadeleler devam ederken kazanılan başarılar önceleri gazi levent olarak mücadele eden Kemal Reis ve diğer denizcilerin Devlet-i Âliyye’nin çatısı altına çağrılması ile sonuçlanır. Navarin Kalesi’nin alınması Piri Reis’in hediyelerle birlikte İstanbul’a Yıldırım Beyazıt’ın huzuruna çıkabilmesini sağlamıştır. O sıralarda Akdeniz başta Venedik, Ceneviz ve diğer kuzeybatı Akdeniz devletleri tarafından kontrol altında tutulmaktadır ve bu şartlar altında Osmanlı özel bir gemicilik sistemi ile Akdeniz’deki faaliyetlerini yürütmüştür. Denizcilik cesaret, kahramanlık, taktik ve stratejik bilgi isteyen bir iştir.
“Zeki insan sorunu çözebilen insandır, Bilge insan ise sorunu önleyen”
Albert EINSTEIN
O halde, her ikisini de beceremeyene ne denir?

Mümin KIR

İLK AMİRAL İLK İHANET… (E) DENİZ ALBAY MÜMİN KIR SORUYOR
Köprüüstü Müsaade-Mümin Kır( muminkir65@gmail.com.tr )
314 views
17 Ağustos 2023 - 22:10

En bilgili becerikli ve yiğit

Geçen yıllar içinde güçlenen Osmanlı artık sadece karada değil denizde de etkin hale gelmek düşüncesiyle hareket eder. Bu nedenle, Sultan II. Beyazıt, Akdeniz’de önemli bir güç olabilmek için, donanmasını güçlü bir yapıya kavuşturmak istemektedir. Bunun için düzenli bir donanmaya ihtiyacı olduğunu görerek hemen hazırlıklara başlamıştır. O dönemde Akdeniz’de akıncı leventlik yapan denizcileri, Osmanlı deniz gücüne katılmaya çağırmasının nedeni de onların, söz konusu donanma için zaten Akdeniz’i çok iyi bilen hazır ve deneyimli bir güç olmalarıdır. Elbette ki çağrı Akdeniz’deki bütün gemicilerden ziyade, en bilgili becerikli ve yiğit olanlara yapılmıştır. İşte belirtilen bu grup içinde Kemal Reis ve Piri Reis de vardır ve onlar1495 yılının ilkbahar aylarında Osmanlı Donanması’na katılmışlardır.

Kemal Reis ile Piri Reis padişahın hizmetine girdikten sonra, bilgi ve becerileri nispetinde önemli görevler üstlenmişlerdir.

Pîrî Reis, Kuzey Afrika ve Endülüs’teki Müslümanların korunması amacıyla İspanya sahillerine düzenlenen akınlarda başarılı hizmetlerde bulundu (1506). Muhtemelen Endülüs Müslümanlarının taşınmasında görevli gemilerin muhafazasına, diğer gemilerle birlikte refakat etti. Daha sonra Portekizlilere karşı Memlükler’e yardım için Mısır’a sevk edilen asker, mühimmat ve top yüklü filoyu götüren amcasının yanında bulundu. Mısır’a yapılan yine böyle bir sevkiyat sırasında, Kemal Reis’in gemisinin Ege Denizi’nde fırtınaya yakalanarak batması sonucu ölümü üzerine, Piri Reis’in hayatında yeni bir dönem başladı (1510). Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferini denizden takviye için İskenderiye’ye giden filoya kadırgasıyla katıldı ve bu sırada Nil Nehri üzerinden gittiği Kahire’de, 1513 tarihli “Yeni Dünya” haritasını padişaha takdim etti (1517). Bu seyahati esnasında, İskenderiye-Kahire arasını dikkatle incelediği, Kitabı Bahriyeye ayrıntılı bir Nil Nehri ve kolları haritası çizdiği bilinmektedir. Daha sonra Gelibolu’ya çekilerek Kitabı Bahriye’nin ilk telifini tamamladı (1521) Kanuni Sultan Süleyman’ın Belgrad (1521) ve Rodos (1522) seferlerinde, kendi kadırgasıyla donanmada hazır bulundu. Mısır’a yeni bir düzen vermek ve teşkilatlandırmak maksadıyla hareket eden veziri azam İbrahim Paşa’yı, 1524’te kadırgasıyla Rodos’a kadar götürdü. Bu sırada ilk Kitabı Bahriye müsveddesini veziriazama sunma fırsatı buldu. Onun teşvikiyle, 1526’da kitabının temize çekilmiş ikinci versiyonunu, 1528’de ise “İkinci Yeni Dünya” haritasını Kanuni’ye takdim etti. Barbaros Hayreddin Paşa’nın donanmasında, 1537’deki Korfu kuşatmasında hazır bulundu ve Avrupa Müttefik Donanması ile yapılan 1538’deki Preveze Deniz Savaşı’na katıldı. Bu zafer, Osmanlıların Akdeniz’deki hakimiyetlerinin tartışılmaz konuma geldiğinin en önemli göstergesidir.

Ayas Paşa ile beraber Basra’ya düzenledikleri seferlerle 1546 senesinde Kızıldeniz ve Hint Okyanusu civarında Osmanlı Devleti sancağını dalgalandırmayı başarmıştı.

1525 tarihinde Süveyş’te kurduğu deniz üssü ile bölgenin en saygın komutanlarından birisi konumuna yükselen Piri Reis, Şeyh Âli bin Süleyman el Tavlakî’nin Portekizlilerle anlaşarak Osmanlı’ya karşı hareket etmesi üzerine, 1547 senesinde Kanuni Sultan Süleyman’ın buyruğuyla sefere gönderildi. 1549 tarihinde ise bölgedeki en büyük deniz üssü olan Aden şehri Piri Reis tarafından fethedildi. Bu zafer sonrası Kanuni Sultan Süleyman, Hint Kaptan-ı Deryası vazifesine getirdiği Piri Reis’e çok gizli bir görev tevdi etti.

Piri Reis, Kanuni devrinde Portekiz ile sürekli savaş hâlindeydi. 80 yaşındayken Aden şehrindeki Arap isyanını bastırmakta başarılı olduğu için kendisine yeni bir görev verildi. Süveyş’ten donanma ile Basra’ya gidip buradaki 15.000 askeri ve diğer gemileri de yanına alarak Hürmüz Adası’nı ele geçirmesi istendi. Bu adaya mümkün olduğunca Portekizlilere bulaşmadan ulaşması isteniyordu. Hint Okyanusu’na otuz civarı gemi ile açılan Piri Reis, kendisinden sayıca iki kat fazla Portekiz gemisini burada yenmeyi başardı. Savaştan kurtulup kaçan kimi Portekizliler Hürmüz Adası’ndaki kaleye sığındı. Kale kuşatıldı, ancak buradaki Portekiz garnizonu hazırlıklı olduğu için işgal edilemedi. Kuşatma kaldırıldı. Bazı tarihçiler bu kuşatmanın kaldırılma nedeninin Piri Reis’in Portekizlilerden rüşvet alması olduğunu iddia ederler. Bölge halkının Portekizlilere yardımı üzerine kızan Piri Reis, burayı yağmaladı.

Bu yağma onu idam sürecine götüren olayı başlattı. Basra valisi, Ramazanoğlu Kubat Paşa’dan yardım istedi. Fakat vali onu bu yağmadan dolayı tutuklamak ve mallarına el koymak istedi. Portekiz donanmasının geniş bir kuvvetle Basra körfezini kapatmak üzere yola çıktığını haber aldı. O sırada Piri Reis’in donanması bakım ve onarım yaptırıyordu. Portekizlilerin ablukasına maruz kalmamak için askerlerini Basra’da bırakarak 3 gemi ganimet ile Süveyş’teki donanma merkez tersanesine geri döndü. Basra valisinin şikâyeti Mısır valisine ulaştı ve Piri Reis tutuklandı. Mısır valisinden divana iletilen konuda Piri Reis kuşatmayı kaldırmak ve donanmayı bırakmak suçlarından yargılandı. Kendisi bakımsız donanma ile denize açılmasının sakıncalarını dile getirdiyse de suçlu bulunmasına engel olamadı. Kanuni Sultan Süleyman’ın fermanı üzerine 1554’te Kahire’de boynu vurularak idam edildi. İdam edildiğinde 80 yaşının üzerinde olan Piri Reis’in terekesine devletçe el konuldu.

Piri Reis’in servetini ve liyakatini hazmedemeyenler Topkapı Sarayı’nda icra ettikleri entrikalarla böylesi müstesna bir devlet adamının başını yemişti:

Piri Reis’in bu pek parlak ve meşakkatli seferi, Türk amiralinin bilgisini ve servetini kıskanan rakiplerini azdırdı. Çünkü, Beylerbeyi payesiyle Mısır’a, Basra’ya ve Arabistan’da kendi fethettiği toprakların başına getirileceğinden çekinenler mevcuttu.

Rakiplerin istismar ettikleri konu, Portekiz donanmasının Türk donanmasının karşısına çıkmaya cesaret edememesine rağmen, ciddî hiçbir sebep olmaksızın küçük Hürmüz Adası’nın fethinin gerçekleştirilmemesi, bilhassa Piri Reis’in donanmayı Basra’da bırakıp Süveyş’e getirmemesidir.

Bu ikinci husus üzerinde durmak lâzımdır. Türk denizcilerinde, genellikle bütün milletlerin denizcilerinde olduğu gibi gemi, âdeta kutsal, canlı, sevilmekten ileri bir hisle bağlanılan bir varlıktır. Her Türk kaptanı, yarın İstanbul’da Paşa Kapısı’nda (Kasımpaşa’daki Kaptan-ı Deryalık makamında) bana emanet edilen teknenin hesabı sorulur!’ endişesi içindeydi. Onun için, Piri Reis gibi, Osmanlı cihanşümul denizciliğinin piri olan Kemal Reis’in yanında yetişmiş pek tecrübeli ve ihtiyar bir amiralin, çok ciddî sebepler olmaksızın, donanmasını, şu veya bu vesileyle başka bir Türk limanında bırakıp, amirallik merkezi olan Süveyş’e dönemeyeceği aşikârdır.

Kubat Paşa, Türk amiralinin donanmayı Basra’da bıraktığı haberini Piri Reis’in aleyhinde bir hava ile Divân-ı Hümayuna rapor ederken, Süveyş’e döndükten sonra, Mısır beylerbeyi de amiralin donanmayı Portekizliler ‘den korkusundan geri getirmediğini İstanbul’a yazmıştır. Hatta donanmanın Portekizlilere kaptırıldığı rivayetleri İstanbul’a gelmiş ve imparatorluk taht şehrinde büyük dedikodular yapılmış, derin üzüntüler meydana getirmiştir. İki beylerbeyinin aynı anlam ve manada, Piri Reis aleyhinde rapor göndermeleri, Divân’ı şaşırtmıştır.

Sadrazam Rüstem Paşa’nın da korsanlıktan yetişmiş, boyun eğmez Türk amirallerinden nefreti malûm olduğundan, Piri Reis aleyhindeki havayı körüklediği muhakkak sayılabilir. Bunun üzerine, Kanunî asrını lekeleyen birkaç hâdiseden birini teşkil eden bir ferman çıkartarak, büyük denizcinin başının vurulmasına karar verilmiştir. Türk denizcilik tarihinde çok önemli bir yere ve büyük bir servete sahip Piri Reis’in 80-85 yaşında rüşvet alması pek mantıklı gelmemektedir. İstanbul’daki entrikaların Şehzade Mustafa gibi liyakatli bir şehzadenin dahi öldürülmesine neden olduğu düşünülürse, devletin sarayındaki komplocuların Piri Reis’in de ölümüne neden olduğu su götürmez bir gerçektir.

Türk ve Dünya denizcilik tarihini derinden etkileyen ve çok önemli kayıplara neden olan bu öngörüsüzlük, kapitülasyon kararları ve şehzade Mustafa’nın katli gibi bazı kararlarla birlikte değerlendirildiğinde, en parlak döneminizde bile bunun nasıl bir körlük yarattığının sizin ve dolayısıyla devletinizin sonuna nasıl yaklaştığının çarpıcı bir örneğidir.

Tarih dediğimiz büyük kütüphane ders kitapları ile dolu olduğu halde, yazılan ve yapılanlardan ders almazsanız, aradan 462 yıl bile geçse çok büyük hatalar yapmaya devam edersiniz. Adınızın Sultan Süleyman olması veya Muhteşem Süleyman olması bu gerçeği değiştirmez. Çağ değiştirmeniz yetmez, çağları bilmeniz ve aşmanız gerekir.

Mustafa Kemal gibi.

1071 yılıydı. Alparslan, Malazgirt ovasında Bizans İmparatoru Romen Diogenes’i kesin bir zaferle mağlup etmiş ve Bizans’a öldürücü darbeyi vurmuştur. Bu zaferden sonra Türk atlıları ve beyleri değişik cephe ve yollardan geçerek Anadolu içlerinden Batı Anadolu’ya kadar ilerlemişlerdir. Sultan Melikşah’ın emriyle 1077 de Anadolu hâkimiyetine getirilen Kutalmışoğlu Süleymanşah öldüğü 1086 tarihine kadar Anadolu’da büyük başarılar elde etmiş ve Bizanslılardan İznik’i de alarak buraya yerleşmiştir. Ölümünü müteakip yerine önce Ebûl Kasım, Ebûl Gazi ve en sonunda I. Kılıçaslan geçmiştir.

Diğer taraftan, 1080 yılında, Sivas merkezli olarak kurulan Dânişmendliler Beyliği’nin kurucusu Dânişmend Gazi’ye bağlı bir bey olarak, Batı’daki Bizans topraklarına düzenlenen akınlara katılan Oğuzların Çavuldur boyuna mensup Çaka Bey, 1078 yılı civarındaki akınların birinde Bizans’a esir düşmüştür. Çakabey esir düştüğünde henüz genç bir delikanlıydı. Başkent Konstantinopolis’e götürülmesini takiben İmparator III. Nikiforos’un dikkatini çekerek saraya alındı ve kendisine protonobilissimus (soyluların en birincisi) unvanı verildi. Burada Yunanca da öğrenerek diğer bazı Türk esirler gibi sarayda iyi mevkilere yükseldi. 1081 yılında tahta İmparator I. Aleksios geçince kendisine verilen unvan ve ayrıcalıklar geri alındı ve saraydan ayrılarak Anadolu’daki Türkmenlerin arasına döndü. Burada şunu da ifade etmek gerekir ki Çakabey bir Türkmen Beyidir.

Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurulduğu zamanda İzmir’in dışında kalan bir bölge de Çaka Bey’e verilmişti. Bu bölge hem Anadolu Selçuklu Devleti’nin hem de Bizans’ın kontrol altına almaya çekindiği bir saha idi. Bizans güç kaybettiğinden, Anadolu Selçukluları da denizlerde hâkimiyet sağlamanın ve bir liman şehrine sahip olmanın getireceği avantajı fark edemediklerinden dolayı İzmir bölgesi üzerine bir politikaları olmamıştır. Bunun aksine Çaka Bey’in de İzmir bölgesi için bazı planları vardı ve bunları gerçekleştirmek için harekete geçmiştir. İzmir’de karşılaştığı ve gemi yapımında usta olan bir Rum’dan gemi inşa etmesini isteyerek denizlere açılma konusunda ilk teşebbüsünü gerçekleştirmiştir.

1081 yılı Türk Deniz Kuvvetlerinin kuruluş tarihi

Çaka Bey, Bizans ile Peçenekler arasındaki mücadeleden de faydalanarak 1081 yılında Bizans’ın elindeki İzmir’i (Smirni) yaklaşık 8.000 askeriyle ele geçirdi. Buradaki Rum ustaları kullanarak 40 parçalık bir donanma oluşturdu. İşte bu Donanmanın oluşturulduğu 1081 yılı, aynı zamanda Türk Deniz Kuvvetlerinin kuruluş tarihi olarak kabul edilmektedir. Birkaç tekne ve 40 kişilik korsan gemisine sahip olan Çaka Bey bu donanmanın başına iyi savaşan askerlerini yerleştirerek Urla kıyılarına gelmiş ve bu bölgeyi zapt etmiştir. Ardından yönünü Foça’ya çevirerek burayı ve ardından Midilli’yi ele geçirdiği bilinmektedir. Daha sonrasında Sakız adasına yönelen Çaka Bey burada Bizans İmparatorluğu’nun gönderdiği Niketas Kastamonites komutasındaki donanma ile çatışmaya girerek galip gelmiş ve Bizans’ın sağlam kalan son filosunu ele geçirmiştir. Bu süreçte Bizans’ın sıkıştırmalarıyla duraksamalar yaşamış olsa da Çakabey Bizans donanmasının Girit ve Kıbrıs’taki isyanlarla uğraşmasını fırsat bilerek, Ege adaları üzerinde hakimiyet kurdu ve Çanakkale Boğazı’na kadar Batı Anadolu’yu kontrolü altına aldı. Bu durum aynı zamanda Çaka Bey’i, İzmir’i Bizans’tan alan ilk Türk ünvanı ile de önemli kılmıştır. Her ne kadar Anadolu’yu boydan boya karadan geçen bir Türkmen beyi olsa da Çakabey’in denizci aklı ve öngörüsü diğer beylerden çok farklıydı. Ayrıca Çaka Bey’in akıllıca ve stratejik düşünerek hareket ettiğine dair görüş bildiren Bizans tarihçisi Zonaras onun “kurnaz” bir kişi olduğunu aktarmaktadır. Çaka Bey’in İzmir’de bağımsızlığını ilan etmesi üzerine Bizans’a saldırı yapmadığı süre zarfı içinde imparatorluk sembolleri haricinde bir de Basileus (imparator/emir) unvanını taşımıştır.

Gücünü artırdıktan sonra kendisine imparator unvanı veren ve büyük bir stratejik düşünceyle Bizans İmparatorluğu’nun başkenti Konstantinopolis’i kuşatma amacı güden Çaka Bey’i hiç ummadığı bir tehlike bekliyordu.

Çaka Bey, Ebu’l Kasım’ın devleti idare ettiği dönemde Selçuklularla ittifak yapmıştı ve geçmişte Midilli, Sakız, İstanköy ve Rodos adalarını da fethederek Bizans’ın başkenti İstanbul’u tehlikeye atmıştı. Çaka Bey’in günden güne gücünü artırarak bölgede etkili bir nüfuza sahibi olması üzerine Sultan Kılıç Arslan aynı düşmana karşı savaşan Çaka Bey ile ittifak kurmaya çalışmış ve kızı ile 1092 yılında diplomatik amaçlı bir evlilik gerçekleştirmiştir. Bu arada Çaka Bey, denize açılarak Çanakkale istikametinde ilerlemiş ve o dönem Bizans’ın doğu gümrüğü sayılan Abidos’u (Çanakkale Boğazı’nda Nara Burnu’nun doğusunda yer alan antik kenttir.) kuşatmıştı. Selçukluların Çaka Bey ile ortak hareket etmesini önlemek isteyen Bizans imparatoru I. Aleksios, Çaka Bey’in asıl niyetinin İznik olduğunu söyleyerek Kılıçarslan’ı kayınpederine karşı kışkırtmıştır. Kılıç Arslan, Çaka Bey’in gittikçe güçlenmesini kendisi açısından da endişe verici bularak Bizans ile ittifak kurdu.

Abidos kuşatması sırasında Bizans donanması denizden, Selçuklu ordusu ise karadan Çaka Bey’e karşı harekete geçti. İki devlet arasındaki ittifaktan haberi olmayan Çaka Bey, I. Kılıç Arslan ile bir görüşme talep etti. Kendisini törenle karşılayan I. Kılıç Arslan, Çaka Bey onuruna verdiği ziyafet sırasında kılıcını çekerek Çaka Bey’i öldürdü.

Evet Türklerin ilk amirali Çakabey, savaşta, çatışmada veya bir kazada değil veya bir düşman tarafından değil, bizzat Bizans İmparatoru I. Aleksios ile iş birliği yapan damadı I. Kılıçarslan tarafından bir kavgada değil ziyafet masasında kılıçla öldürülmüştür.

Düşünebiliyor musunuz? Türklerin ilk amirali yıllar önce genç bir delikanlıyken savaşta esir düştüğü Bizans sarayında değil, bir Anadolu Selçuklu beyi olan damadının sarayında, evinde ya da her neyse kalleşçe öldürülmüştür.

Çaka Bey’in ölümünün ardından I Aleksios, I. Kılıç Arslan’ı İznik’ten çıkarmak ve olası Türk saldırılarını püskürtmek amacıyla, Avrupa’daki Hristiyan devletleri harekete geçirdi ve Birinci Haçlı Seferi’nin başlamasını sağladı. 1097 yılında şehri ele geçiren Haçlılar, burayı Bizans’a teslim etti. Anadolu’nun içlerine doğru ilerleyen Haçlılar, günümüzde Eskişehir sınırları içinde bulunan Şarhöyük (Dorlion) de yapılan muharebede Selçukluları mağlup ederken, İzmir’e saldıran Bizans kuvvetleri de şehri karadan ve denizden kuşattı. Buradaki Türk komutan şehri teslim etmesine rağmen, 1097 yazında 10.000 kadar Türk kılıçtan geçirildi.

Her iki Türk denizcisi ve amiralinin öngörüsüzlük, komplo, kumpas, iftira, kıskançlık ve Bizans işbirliği sonucu kendi kanından veya devletinden insanlar tarafından öldürülmesinin sonuçlarını, bırakın gerçekçi ve akılcı bir bakışı, en basit bir akılla bile değerlendirdiğimizde; Çakabey’den sonra Bizans tekrar Anadolu’nun içlerine kadar girmiş, Türkler İzmir’e ancak 200 yıl, İstanbul’a 450 yıl sonra girebilmişler, Piri Reisin ölümünden sonra ise önce denizlerimizde yaşadıklarımız, donanmasızlık ve donanımsızlık (liyakatsizlik) denizlerde, duraklama ve gerilemeye sonrada bunun denizciler için bilinen ama onların dışındakilerin bir türlü kafasının almadığı doğal bir sonucu olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne neden olmuştur.

Cumhuriyet tarihinin başlarında dahi- Mustafa Kemal Atatürk dışında, o zamanki millî mücadele kahramanı komutanların bile maalesef denizci vizyonuna sahip olmamaları nedeniyle-birçok engelle karşılaşmasına rağmen, 2000 li yılların başına gelindiğinde Avrupa ve Akdeniz’in sayılı donanmaları arasına giren Türk donanması aynı tarihsel ihanetle karşı karşıya kalmıştır. Burada altını önemle çizerek ve tekrar ederek ifade ederim ki, koca koca demir, kablo ve saçlardan oluşan materyaller asla bir savaş gemisi olamazlar. Sadece su üzerinde durabilen şamandıralar olarak tanımlanabilecek bu materyallerden de donanma olmaz/olamaz. Çünkü gemiler ve donanmalar ancak ve ancak iyi yetişmiş, nitelikli, eğitimli, analitik düşünebilen, çağdaş ve bilimsel akıl yürütebilen personelle kaimdir. Dünya denizcilik tarihinde hiçbir zafer yoktur ki sadece gemiyle kazanılsın.

Bu noktadan hareketle ve yukarıda denizcilik tarihimizden verdiğim iki örnekten sonra düşünen, vatansever ve gerçekten Atatürkçü insanlara belki de üçüncü bir örnek olarak soruyorum: Kandırmaca, ihanet veya başka nedenlerle yaşananlardan bugüne kadar; son 15-20 yıl içinde;

Türk Deniz Kuvvetlerinin veya Türk Donanmasının kaç tane Çakabey’i, kaç tane Piri Reis’i, kaç tane Uluç’u, Kılıç’ı, Barbaros’u ve amirali tek mermi atmadan, kimseyle savaşmadan ve ülkesi içinde ve bu vatan toprakları üzerinde, kendi devletince kaybedilmiştir?

Yine aynı zaman dilimi içerisinde kaç tane, profesyonel yeteneği (Alb-Tğm./Kd.Bçvş.-Asb.Çvş/Uzm.Erb.) yukarıdaki gerekçelerle veya hainlerin iftiraları nedeniyle veya yeni sisteme! uyamayacakları değerlendirildiği için vazife dışı bırakılmışlardır?

Ve yine, Hazreti Muhammed’in torunları ile Hazreti Ali’nin çocuklarının Kerbela’da Kuran yaprakları geçirilmiş mızraklarla öldürülmesi gibi, Barbaros’un torunlarını ve Mustafa Kemal’in çocuklarını da Kuran yapraklarının altına gizlenmiş-Amerikan, İngiliz, Alman veya hangi emperyalist odaksa-bayrakların da desteğiyle sırtından vuranlardan hesap soruldu mu?

Yaklaşık yirmi asır içinde yaşanan bu iki örnek sonucunda dahi devletin ve Türklerin tarihsel yaşamı bu kadar olumsuz etkilenmişken, bu kadar nitelikli amiral ve personel kaybı kimin yararına, kimin zararınadır takdiri sizlere bırakıyorum. Zira, kibriniz veya kişisel menfaatleriniz aklınız ve vicdanınızdan daha üstün olursa ve insanlıktan ayrılıp kendinizi tanrısallaştırırsanız sizi ya da devletinizi bekleyen tehlike tektir ve kesindir: Hüsran.

Yazıma, başlığın hemen altında Albert EINSTEIN’ın bir sözü ve benim buna bir sorumla başlamıştım ve izin verirseniz son sözü de yine onunla bitireyim.

“Bir aptal bile bilir, önemli olan anlamaktır.”

Albert EINSTEIN

 

Mümin KIR/17.08.2023

KÖŞE YAZARLARI
GÜNLÜK HABER AKIŞI
STM’DEN DUVAR ARKASI RADAR
GÜNLÜK HABER AKIŞI
ÇiN UZAY HACMİNİ ARTIRIYOR
GÜNLÜK HABER AKIŞI
DAĞIN KRALI
GÜNLÜK HABER AKIŞI
TOPRAK ZAFERE SÜRÜYOR
GÜNLÜK HABER AKIŞI
CAM ŞİŞE ATMA ORMANI YAKMA
GÜNLÜK HABER AKIŞI
SHENZHOU 15 YERYÜZÜNE DÖNDÜ
GÜNLÜK HABER AKIŞI
İSTANBUL PLAJLARI YAZA HAZIR
GÜNLÜK HABER AKIŞI
HAYDİ GÖLDE BALIK TUTALIM…
GÜNLÜK HABER AKIŞI
RENK KODLU MARS HARİTASI
GÜNLÜK HABER AKIŞI
Bugün Dünya Yunus Günü!
GÜNLÜK HABER AKIŞI
YUNANİSTAN’DA TREN KAZASI
GÜNLÜK HABER AKIŞI
RÖMORKÖR ALABORA OLDU
GÜNLÜK HABER AKIŞI
TÜRK GEMİSİ KARAYA OTURDU
GÜNLÜK HABER AKIŞI
EYT 1 YIL ERTELENEBİLİR
GÜNLÜK HABER AKIŞI
ENGELLİLERİN ACI FERYATLARI
GÜNLÜK HABER AKIŞI
YİNE SINIFTA KALDIK
GÜNLÜK HABER AKIŞI
SULAK ALANLARI ONARMA ZAMANI
GÜNLÜK HABER AKIŞI
Anneler Günü Kutlu Olsun

Copyright © 2024 Deniz Kartalı. Tüm Hakları Saklıdır.   |   Gizlilik Politikası